8 Nisan 2010 Perşembe

ATEŞBÖCEĞİM MİSİN ?


Benim ayarımı eski türk filmleri, beyaz atlı prensli masallar ve holivud romantik komedileri bozdu. Üzerine Aysel Gürel, Fikret Şenez tuz biber oldu. Bana aşkın nasıl olması gerektiğini tüm yaşamımda haykırıp durdular. Bir kere fedakar olacaktın, sevdin mi ölümüne sevecektin. Zaten aşk mazoşit bir duyguydu. Acı çektikçe daha da çok sevecektin.

Aşka dair ilk imgeleri anımsıyorum çocukluğumdan bugüne... O akşam annemle babam akşam yemeğine Yılmaz abilere davetli idiler. 7 yaşlarındayım, İstanbul da üsküdar da bir evde oturuyoruz. Yılmaz abilerde bize çok uzak değil ama nedense biz çocukları yani kardeşim ile beni erkenden yolladılar. Film sahnesi gibi bir görüntü düşleyin. Çok yakışıklı bir adam ve çok güzel karısı gencecikler, yeni evliler misafir gelmeden mutfakta son hazırlıklarını yapıyorlar. Yılmaz abi salata hazırlıyor fonda bir müzik ;


aşk bahçemi süsleyen/ inci çiçeğim misin

gecemi aydınlatan/ ateşböceğim misin

gençlik başımda duman/ ilk aşkım ilk heyecan

kovaladıkça kaçan/ ateşböceğim misin

bahar dalında yaprak/ yıldızdan daha parlak

gözyaşımdan yuvarlak/ ateşböceğim misin

doğmayan güneşimsin/ rüyalarda eşimsim

sevgilim söyler misin/ ateşböceğim misin



Aklımda aşka dair ilk imge bu sanırım. Aysel Gürel in sözleri Güzin ve Baha'nın bestesiyle....

7 Nisan 2010 Çarşamba

AŞK MI SEVGİ Mİ?



Love and other disasters en sevdiğim filmlerden biridir. Alışıldık romantik komedilerden farklıdır. Benim çok uzun zamandır aradığım şeyi tek kelimede tarif eder.
"true love isn't an event but rather a process" Yani gerçek aşk anlık değil, bir ömür süren bir süreçtir. (Çevirisi için cevvalkoala'ya teşekkürler)

Bir çok kere aşık oldum zannettim. Hatta bir ara Benim kalbim çok kompartmanlı derdim.Herkesi sevebiliyordum bunu da aşk zannediyordum. Sonra bir gün anladım. Ben seviyormuşum aşık olmuyormuşum.

Tam altı sene evvel bir gün aniden sanki bir tren çarptı bana. Öyle sarsıldı dünyam. Aşk ne imiş anladım.Bunu daha evvel anlatmıştım size. Merak edenler buradan tekrar okuyabilir.

Artık aşk ile işim olmaz. Aşk deneyimi bana kalbimin kırılmasını,güvenimin derinden sarsılmasını öğretti. Ben artık huzur ve güven arıyorum. Bana aşık olmasın kimse. Emek versin ve çok sevsin içi titresin. Bir bebeği kucağında tutar gibi şefkat beslesin. Beni görünce kalbi deli gibi atmasın. Sabah akşam beni düşünmesin. Ama bir şey görüp beni çağrıştırdığında gülümsesin. Basit şeyler paylaşsın benimle elele bir film izlemek gibi, ilk kez denenen bir yemeği tatmak gibi... Sarılsın, sonra ısısı güven versin bana, huzur versin.

Ben artık kimseye aşık olmak istemiyorum! Emek verip sevmek istiyorum,emek verilip sevilmek istiyorum. Kalbim yerinden fırlamasın. Sakin ,basit,huzurlu bir yaşamım olsun.

Peki siz ne istiyorsunuz aşk mı sevgi mi?

Not: Benim için aşk boktan bir deneyim oldu diye sizinki de öyle olacak demek değil tabi :)))

BALKONDA TARIM


İki senedir balkonda bir şeyler yetiştirmeye çalışıyorum. Amacım aile bütçesine katkıda bulunmak falan değil. Evde yaşayan büyüyen bitkilerim olması fikrinden çok hoşlanıyorum.

Bu sene balkonda tarım olayındaki üçüncü senem. Sizi bilmiyorum ama ben şehir çocuğu olarak büyüdüm apartman aralarındaki boş kalan arsalarda oynadım. Annem dalga geçer bizimle ''Bizim çocuklar eline toprak değse pis oldu zanneder'' diyerek.

İlk sene domates yetiştirmeyi deneyeyim dedim yalnız balkona çıkarmadım. Arılar ile tanışamadığından döllenip domates veremedi zavallıcık. İçerde olduğu için ölmedi de ertesi sene sıkıldım bir işede yaramıyorsun domates de vermiyorsun diye kızıp zavallı domatesi balkona atıverdim. Bana inat nasıl coştu çiçek açtı domatesler verdi .İnanılmaz lezzetli.

İnsan kendisi bir ürün yetiştirince inanılmaz mutlu oluyor. Hormonsuz olduğundan yüzde yüz eminim. İnsanın içi rahatlıyor. Balkonda yeşilliğin oluyor sulamak için balkona çıkmak gerekiyor emek verdiği şeyi seviyor insan.

İkinci sene işi biraz daha büyüttüm biberler ektim. salatalık ektim. Pazardan ekilmiş saksıda çilekler aldım. Fesleğen,reyhan,biberiye aldım.

Bu sene de birşeyler ektim. Tere otu,fesleğen,kekik ve domates. Geçen cuma diktim saksılara. Tohum paketinin üzerinde 18-20 günde çimlenir diye yazıyor.

Büyük bir heyecan ile çimlenmelerini bekliyorum. Bu sene otlar var balkonumda. Bir iki haftaya kadar pazarlarda fideler satılmaya başlar.

Bulabilirsem çilek ve biberiye almak istiyorum.Tıpkı hayvanlar gibi bitkilerde sizi mutlu edebiliyor. Ben kendi ürünlerimi yetiştirmekten çok mutluyum.Sizlere de tavsiye ederim.

Sadece yenebilecek şeyler yetiştirmiyorum. Evde bir çok menekşem ve ağaç büyüklüğünde bir de kauçuğum var.

3D Sinema Keyfi

Bu hafta sonu "Clash of the Titans - Titanların Savaşı" adli filmi izledim. Her zamanki gibi 3D keyfinin tadını çıkardım. Mitolojik hoş bir hikaye, biraz aksiyon vs. Çok mu süperdi? Yok. Kötü müydü? Kesinlikle değil. Eğlenceliydi gerçekten de. Ama Avatar'dan sonra izlemiş olmasaydım daha çok beğenirdim sanırım.

İlk kez Ankamall (o zamanlar Migros idi) Imax Sinemasında 3D ile tanışmıştım.Hemen nasıl çalıştığını öğrenmiştim. Normal sinemalarda tek projeksiyon olurken, imax’te her biri RGB (red-green-blue) bileşenlerinden birini gönderen 3 projeksiyon vardı. Özel gözlükleri ile 3 boyutlu izlenimi yaratılıyordu. Imax perdeleri ve salonları devasa idi. Film başlamadan önce elinde mikrofon ile bir bayan, salon ve perde büyüklüğü hakkında bilgi veriyordu. Demişti ki perde 16 metre (5-6 katlı bir apartman kadar) yüksekliğe ve bir basket sahası genişliğine sahipti. Şimdi düşünüyorum da biri filmden önce gelip böyle bişey anlatsa olaya çok gülerim ama o zaman hiç yadırgamamıştım nedense. Belki de normal filmlerin 3-4 katı kadar ödeme yapınca normal gelmiştir. :)
İlk izlediğim film "T-REX: Dinozorlar Devrine Dönüş" idi. Gerçekten de dinozorlar devrine dönmüş gibiydim. Dişleri burnumun dibindeydi. Ayak sesleri sanki heme ardımdan geliyordu.

Konu çok anlamlı değildi. Sadece 45 dk sürüyordu ve çok pahalıydı. Lakin çok eğlenceliydi. Bir de film önesi gösterilen 3D çizgifilm vardı ki anmadan geçemeyeceğim. izleyenler bilir, süper bir şeydi. O kadar gerçekçiydi ki uçuşan baloncukları yakalamaya çalışan insanlar vardı etrafta.

Gün gelecek tüm filmler böyle olacak diyorlardı o zaman. Gel gelelim o zamanlar sadece 3 film vardı. Bense sadece T-rex'i izleyebilmiştim. Sonunda gün geldi, gerçekten de 3D filmler sardı etrafımızı. (Korsanla mücadelenin payı büyük tabi bu işte.) Daha uzun, daha anlamlı konuları olan filmler çekilmeye başlandı. Eh tabi ben de 3D fanı olarak bu işten gayet memnunum.

Gözlükler gözümde ağırlık yapsa da, baş ağrısı yaratsa da gene de keyifli işte. Üstelik eskisi kadar pahalı da değil. Ama bunu da bir bedeli var: Eskisi kadar içine giremiyorsunuz filmin. Burnunuzun dibine kadar gelmiyor ya da boşluğa düşüyormuşsunuz gibi hissettiren bir sahne gerçekten de adrenalin salgılamanıza sebep olacak kadar gerçekçi değil. 3D bir dünyaya uzaktan bakıyorsunuz sadece. Zamanla gelişeceğini umuyorum. Korsandan kaybedilen parayı 3D ile kazandıklarında daha da etkileyici şeyler üreteceklerini umut ediyorum.

5 Nisan 2010 Pazartesi

BU MASKELER HAYAT VERIYOR

Kis aylarindan ciktigimiz su gunlerde cildimizin ve saclarimizin soguk,ruzgar,hava degisimi gibi sebeplerle yorgun dustugunu farkedeceksiniz.
Iste bu donemde imdadiniza gene dogal urunler kosacak. Herseyden evvel C vitaminli meyve ve sebzeleri bolca tuketmelisiniz.Kahve ve cayi azaltmalisiniz. Bol spor yapmalisiniz iste o zaman vucudunuz size tesekkur edecek.
Bir de benim leziz maskelerimin tadina bakarsa cildiniz iste o zaman mutluluk nidalari duyacagima eminim hepinizden:)

Isin en onemli kismi olu derileri yoketmek. Olu deriler cildinizde kaldigi surece cildi beslemek imkansiz. Dolasiyla once buharla olu derileri yumusatacak (mesela guzel uzun suren rahatlatici bir banyo seansi) sonra da lifinizi elinize alarak vucudunuzu ve cildinizi bu olu derilerden arindircaksiniz.
DIKKAT! Yuzunuzu ovarken son derece nazik davranmalisiniz. Oyle hatir hutur ovmaya kalkmayin. Gercekten kas yaparken goz cikmasin:)))

Daha sonra da maskelerimden birini secip bir ay boyunca haftada iki kere uygulayin.
Haydi bakalim:) Kolay gelsin:)

1-Kayisi Maskesi
Iki corba kasigi yogurdun icine iki uc damla kayisi yagi damlatiyorsunuz. 1 cilegi ezip atiyorsunuz.
Iyice karistirip cildinize suruyor 20 dakika bekliyorsunuz. Ilik suyla cildinizi temizliyorsunuz.
Hem nem, hem C vitamini daha ne isteriz degil mi?


2-Salatalik Maskesi
Salataligi rendeleyip birkac damla limon sikiyorsunuz. Yogurtla karistiryorsunuz cildinize suruyorsunuz. 20 dakika bekledikten sonra ilik suyla yikiyorsunuz. Canlandirici bir maskedir cilde ferahlik verir.

3-Domates Maskesi
Domatesi rendeleyip, 2-3 damla zeytinyagi ve biraz sut ile karistirin. Kuru ciltlere birebirdir.

4-Dekolte icin Badem Maskesi
Badem yagi ve 1 yumurtanin akini karistirin. Boyun,cene alti,gogsunuzun ust kismini bu karisimla kaplayarak 20 dk bekleyin. Piril piril bir ten sizi bekliyor.

31 Mart 2010 Çarşamba

Yurtdışından gelene sipariş vermek


"Süper birşey buldum! Tam da istediğim gibi! İnternetten baktım, fiyatı da çok uygun! Ama Türkiye'de... Neredeyse 3-4 katı! Keşke yakınlarda Amerika'dan dönen birisi olsa da gelirken getirse.."

Bu hikayeyi ben çok duydum çevremden, eminim siz de benzer durumlarda kalmışsınızdır. Yurtdışından gelen kişiye sipariş vermek ülkemizin en sık rastlanan tasarruf yöntemlerinden biri olmuştur :)

Biz de bu fikirlerden yola çıktık ve T. en sonunda Yugidi'yi kurdu. Yurtdışından gelenler ve sipariş vermek isteyenleri birleştiren bir site! Site tamamen gönüllülük üzerine, yani ticari bir durum yok.. Varsa da gelen ve sipariş veren arasında, sitenin bu işe karışmak gibi bir niyeti henüz yok..

Türkiye'ye elektronik, parfüm, makyaj malzemesi, spor ekipmanları getirmek, Yurtdışında yaşayan Türklere de simit, rakı, çiğ köfte, tel kadayıf temin etmek için kişileri buluşturmak, bu arada bu neşeye ve keyfe ortak olmak, tabi kendi siparişlerini de verebilmek sitenin kuruluş amacı..

Üye olduğunuzda istediklerinizi girebiliyorsunuz, yurtdışına gidiyor veya Türkiye'ye dönüyorsanız arzu etmeniz halinde ilan verebiliyorsunuz ve sitede ilan verenlerle iletişim kurabiliyorsunuz. YUGIDI onaylı kullanıcılar da alışveriş sırasında hiç sorun yaşamayacağınız kişiler, çünkü bizim arkadaşlarımız :) Beraber çalıştığımız, okuduğumuz, sohbet ettiğimiz insanlar!

Her türlü fikir ve önerilerinize açık olan ve henüz gelişme aşamasında olan siteye Buradan ulaşabilirsiniz.

Sevgiyle,

Yogo değil YOGA

Merhaba :)
Kendi çevrem dışında bir yere ilk kez yazıyorum, heyecanımı mazur görün!

İlk yazımda en son tutkumdan bahsetmesem olmazdı, o yüzden bu başlığı daha önce kullanmış olsam da, en uygun gelen bu oldu bana.. Uzun soluklu bir yazı dizisinin başlangıcı...

Benim yogayla tanışmam orta okul senelerime denk geliyor aslında. Fakat gerçek anlamda yoga yapmaya başlamam TV8'de yayınlanan YogaTV ile oldu.. Neredeyse 1 sene boyunca sabahın köründe kalkmayı göze alarak yoga yaptım Kris McIntyre eşliğinde. Sonrasında işe girince zamanla uzaklaştım..

Bu sene başında yogaya yeniden dönüş yaparak Ankara YogaŞala'da Eğitmenlik Eğitimine kaydoldum.. Ve herşey böyle başladı :)
Eylül ayından beri her ay bir haftasonu gittiğim eğitimler ve haftada 3 kez gittiğim yoga dersleri ile hayatıma aşk girdi! Maymun iştahlılığım yerini gece yarıları yürüyerek eve dönmek pahasına gidilen derslere, bıraktı!! İmkansız dediğim şeylerin zaman içerisinde nasıl gerçekleştiğine kocaman gözlerle tanıklık ettim..

Peki nedir bu Yoga?
Bağdaş (veya lotus) pozisyonunda oturup gözler kapalı meditasyon yapmak mı?
Yoksa baş üstü bir düğüme dönüşmek mi?
Ya da kendine yakışanı giymek ?? :)
Acaba en yeni popüler dinlerden mi?
Yoga bunların hiçbirisi değil, ve hepsi.. (Sonuncusu hariç ;))

Yalnızca derslere gelmek ve hareketleri (asanaları) yapmak, fiziksel (ve zaman ilerledikçe ruhsal) olarak kendini iyi hissetmeni sağlasa da Yoga bununla sınırlı değil..

Vücudunun içini ve dışını tanımak, nefes alma kapasiteni geliştirmek, esneklik ve güç kazanmak, ruhsal gel-gitlerini azaltmak, hayata bakışını değiştirmek, yaptıklarının çevreye etkisinin farkına varmak Yoga.. Belki de en güzel tanımı bu, farkına varmak ve geçmişe geleceğe takılmadan, başkalarının yaptıkları ile kendini kıyaslamadan tam da bu anda yaşamak..

Burada saydıklarımın hepsini herkes hissedecek diye bir kural yok, ben de kendi hissettiklerimi yazdım zaten sadece.. Yine de yan etkisi olmadan bunların yarısını dahi vaat eden bir ilaç olsa tereddüt eden az kişi olurdu sanırım!
Yoga'nın etkileri, Pranayama (nefes teknikleri), Yoga tarzları, Yoga felsefesi ve tarihi ile ilgili yazılarım da yolda.. Beklemede kalın ;)

Onlar gelene kadar, Yoga'yı kendiniz deneyip fikirlerinizi paylaşırsanız çok sevinirim! Yogaşala'da deneme dersleri ücretsiz, yakınınızda başka yoga sınıfı varsa orayı da deneyebilirsiniz..

Sevgiyle,
Namaste! (ruhum ruhunu sevgiyle selamlıyor)

30 Mart 2010 Salı

EVA GREEN DÖNEMİ


Zaman zaman bir oyuncu yada yönetmene saplanırım. Gül, bu dönemlerimi o oyuncu yada yönetmenlerin adını vererek anımsar.

Aramızda bir olaydan bahsediyoruzdur, ''O senin Kim Ki Duk zamanında idi'' veya ''Sen o ara Hugh Jackman dönemindeydin '' der. Sanırım bu ara için Eva Green dönemimdeyiz diyebiliriz. Ardı arkasına onun filmlerini izlerken buluyorum kendimi.


Onu ilk farkettiğim film James bond filmlerinden biri Casino Royale idi. 5. Fransız Bond kızı olarak geçiyor. Farketmiştim farketmesine ama peşine düşmemiştim.Sanırım o filmde Eva Green benim için güzel bir kız idi . O kadar.



Cracks filmi ile peşine düştüm.

O filmden sonra tırnaklerımı kırmızıya boyadım.

Eva Green Craks ile sadece güzel değil yetenekli bir oyuncu da olduğunu gösterdi bana. Artık aktrist. Oyuncu benim gözümde büyüleyici bir oyuncu. O kadar iyi oynamış ki bir yanda hayran olurken, diğer yanda nefret ettirdi karakterinden.

The Dreamers'ı hemen ardından izledim. Tarza aşık oldum. Bertulucci'nin de kafası benimki gibi işliyor belki de diye düşündüm. Bir çağrışım beyinde bir filmi getiriyor. Belki bende bir düşkuranım. Hayalciyim. Büyüledi çağrışımlar ve ardından gelen film kareleri. Tüm gün doğal hayatımda ben böyleyim . Biri bir şey söylüyor aklıma bir görüntü yada söz geliyor. Bu sürekli olan bir şey. Sanki hayatım bir çok filmin bir kolajı. Henüz sonu bilimiyorum...

27 Mart 2010 Cumartesi

AWAY WE GO



Bu cumartesi Sam Mendes 'in Away We Go isimli filmini izledim. Sıcak, samimi bir film. İki sevgilinin çocuk sahibi olacaklarının farkına varmaları ile değişen hayatlarını anlatıyor. Sıcacık ,romantik,komik bir film. Aile kurmaya iten, özellikle erkeklere baba olmayı istetecek, huzur veren bir film.İki insan arasındaki saygı ve sevgi bu kadar yalın, abartısız, doğal bir biçimde anlatılabilinirdi. Müzikleri çok güzel. Müzikler sanki filmin gizli oyuncusu gibi. Filmin müzikleri Alexi Murdoch 'a ait.

Doğacak çocuğunuzun daha güzel bir yerde yaşaması için yer değiştirebilir miydiniz?



Benim önümdeki en yakın örnek kardeşim. Kızının temiz havalı, ağaçlara tırmanmalı bir çocukluğu olsun istiyordu. O yüzden Muğlaya taşındı. Şanslı idi işini orada yapmasında bir sorun yoktu. Taşınmak iş değiştirmek kolay değil.Alıştıkları şehirden, arkadaşlarından,alışkanlıklarından vazgeçmek kolay değildi.



Bence her çocuk ağaçlara tırmanabilmeli. Eline toprak değmeli,çamur ile heykeller yapmalı, otlardan yemekler icat etmeli. Hayvanlar ile teması olmalı. Ağaçlara baktığında üzerinde meyveleri olmasa bile ağaçları yapraklarından şeklinden tanıyabilmeli. Meyve sebzenin marketten gelmediğini bir emek ve büyüme sürecinden geldiğini gözlemlemeli. Kendi bitkilerini ekmeli. Köpeği ile arkadaş olmalı. Hayvan sevgisi çocukken edinilen bir deneyim.

Peki ya siz ? Doğacak çocuğunuz mutlu yaşasın diye yaşamaya alıştığınız şehirden vazgeçebilir misiniz?

NOT:Resimdeki ufaklık yeğenim Damla. Artık muğlada büyecek. Ağaçlara tırmanarak, doğa ile içiçe bir yerde büyüyecek.

25 Mart 2010 Perşembe

Turkuaz ve Beyaz Dekorasyon


Bu benim blogda paylaştığım ilk yazı. Neden başka birşey değil de dekorasyon seçtim? Anlatayım...

Dekorasyon her zaman ilgimi çeken bir konu oldu. Keşke bu kadar sevdiğimi lisede farketseydim.. İşte o zaman sevdiğim işi yapıyor olurdum. Yanlış anlaşılmasın işimi sevmiyor değilim ama bu da başka bir tutku işte...

Derken farkettim ki elimde bir fırsat var. Onca zamandır gezdiğim dekorasyon sitelerinden topladığım resimler, detaylar, fikirler... boşuna değilmiş. Artık bir evim var ve yaşanmak üzere beni bekliyor. İşin en güzel tarafı benim acelem yok. Her şeyi istediğim gibi yavaş yavaş alıp hem zevkime hem bütçeme göre ayarlayabileceğim.

Ve benim gibi ev kuracak ya da evinde değişiklik isteyenler vardır aranızda belki diye düşünerek paylaşmaya karar verdim.

Gelelim konumuza...
Son 1 yıldır beyaz ve turkuaz tonlardaki herşey nasıl da ilgimi çekiyor. Karar verdim salonum bu renklerde olacak. Baktım ki 2010 modası da turkuazmış. Süper!! Demek ki istediğim çok şeyi mağazalarda bulabileceğim.

































İşte bazı örnekler... Daha çok var.. Zamanla paylaşırım. :)

24 Mart 2010 Çarşamba

AŞK


Feromenlerin etkisi ile iki insan arasında oluşan kimyasal tepkime mi , yada ebeveyn sevgisinin yerini doldurmaya çalışma çabamız mı, belki de ölümsüzlüğe ulaşmak için üremeye çalışmamız.

Aslında kaynağının ne olduğu tartışılsa da etkisini hastalıklara benzetsek de ,geçici delilik durumu desek de hepimiz hayatımız da en az bir kere aşık olmak isteriz. Aşk bence insanın kendi bireyselliğinden gönüllü olarak vazgeçme durumudur.


Aşk, tek kişilik bir duygu durumunu iki kişiyle yaşıyormuşuz sanmaktır.

Aşık insanın yaptıklarından sorumlu tutulmaması gerekir. Ne de olsa aşk geçici de olsa bir delilik durumudur.

Aşık kişi aşk nesnesi olan kişi olmadan yaşamayacağını sanmaktır. O ,yanında yokken bile yaşanan her şeyi onunla yaşamaktır. Onunla paylaşmak istemektir. En çok ona kızmaktır en çok onun sizi acıtma potansiyeli vardır.

Çünkü en çok onu önemsersiniz. Size yan bakması bile verilebilecek en ağır cezalardan biridir.


Her gün yeni bir şeyler öğreniyorum. İdealist ben aşk her şeyden önce güvendir, saygıdır der iken, şimdiki ben, aşk ,gözleri kapalı bir ipin üstünde yürüdüğünü bilsen de karşındaki insan o ipin üzerinde yürü diyorsa yürümektir diyor.

Aşk da ne güven, ne de saygı lazım gibi geliyor. Bir ilişkinin sürmesi için güven ve saygı lazım. Ama aşk için kafandaki adamı yada kadını seviyor olduğunu düşünmek ve ne şekilde olursa olsun onunla yaşamak için ,birlikte nefes almak için, her şeyi yapmak, hiç kimseyi umursamamak toplumsal değerler, ahlaki değerler ne varsa hiçe saymak gibi geliyor.

Bir taraftan acı çekmek ,bir taraftan o acılardan zevk almak. Bir tarafta dibe vurmak ,diğer taraftan bulutların üzerinde yürümek .


İnsan ,yaptığı bir hareket,söylediği bir söz yüzünden kendine kızabilir,ama yaşadığı bir duygu yüzünden kızamaz, çünkü duygularımız üzerinde hiçbir gücümüz yoktur.

23 Mart 2010 Salı

KADINLARLA BERABER DEĞİŞEN DİZİLER


1997 yılında yayınlanmaya başlamış Ally Mcbeal.

Ülkemizde yayın tarihi biraz daha geç tarihlere rastlar. Yanılmıyorsam bizde de cnbc-e 2001 civarında yayınlamaya başlamıştı.

Pek sevmezdim zayıf ve nevrotik bulurdum. Kendi kendine mutlu olmayı beceremeyen, aşk'ın gelip onu bu nevrotik halinden kurtaracağını bekleyen bir kadındı. Öyle ki korkunç hayaller görürdü.

O dizide beğendiğim kadın karakter Lucy Liu nun oynadığı Ling Woo benim favori kadın karakterimdi. Güzel ne istediğini bilen mutlu.


Ally Mcbeal den bir sene sonra yani 1998 de Sex and the City yayın hayatına başladı.

İnanılmaz derecede şık giyinen bakımlı başarılı kadınlar erkekler gibi tek gecelik ilişkiler yaşayııp hayatlarına devam ediyorlardı.

Onlarda bana fazla uç gelirlerdi. Bir ayakkabıya 495 dolar mı verilir? Bu kadınlar veriyorlardı.

Yayın hayatı Ally Mcbeal'den daha uzun sürdü. O kadar başarılı oldu ki sinema filmi yapıldı yetmedi ikinci sinema filmi hali hazırda çekilmekte.

Eğlenceli dizidir ama kendimle özdeşim kurduğum bir karakter olmadı. Uzun süre ününe rağmen izlemeyip bir doğum günümde Güncenin dvd lerini hediye etmesi ile başlayıp hızla bitirdiğim bir dizi olmuştu. Kendi dönemi için farklıydı. Kadınlarda erkekler kadar güçlü bağımsız ve cinsellikten zevk alabilir demekte idi. Bu yüzden her zaman anımsanacak bir dizi olacaktır.


The L Word en sevdiğim dizilerden biriydi. sanırım en az erkek oyuncu içeren dizi sayılabilir.

2004 yılında yayınlanmaya başladı. ülkemizde hiç bir kanal kablolu yada digitürk dahil hiçbirisi vermedi.

Digitürk de Greys Anatomy deki lezbiyen çiftin öpüşme sahnesinin bile kesildiği bir ülkede nasıl lezbiyenlerin dünyası yayınlanabilirdi ?

Zaman internet çağı. Artık ülkemizde yayınlanmasa bile güzelse bir diziden haberimiz oluyor. The L Word de güzel bir dizi idi 6 sezon yayınlandı.Merak ettiğim bir dünyaya dair fikir verdi. Tüm lezbiyenleri taş gibi ablalar zannetmeme neden oldu :P Yine de konu ilişkiler olunca lezbiyen yada heteroseksüelliğin çok da fark etmediğini, her zaman insanların istekleri, ihtiyaçları ve egoları ile yaşamız gerektiğini anlatan bir dizi idi.

Tüm diziler içinde en cesurlarından biri idi.Özdeşim kurduğum karakteri merak ediyorsanız tabiki Shane :) Ben güçlü kadın karakterleri seviyorum.


Desperate Housewives da 2004 yılında yayınlanmaya başladı. 6 sezondur sürmekte.

İtiraf edeyim ki tüm sezonlarını izlemediğim tek dizi. Bir yerden sonra sıkılmaya başladım.

Karakterleri hızla şişmanlatıp ,hızla seneler geçmesi sanırım yapay geldi. Bence miyadını çoktan doldurdu. İlk iki sezon fena değildi. Çaresiz ev kadınlarının hayatı idi.

Sanırım güçlü kadın karakter seven bünyeme, zayıf karakterler pek iyi gelmedi. Ev kadınları üzerine de dizi yaptık demek için yapılmış 40'lı yaşlarda ama taş gibi oyuncuları barındıran bir dizidir. Şarap gibi güzel olgunlaşan kadınlar vardır.

Eastwick kadınların cadı ilan edildiği yakıldığı zamanlardan sonra tekrar cadıları ile karşımızda olan bir kasaba.

2009 da yayınlanmaya başladı henüz ilk sezonu sürmekte. Kadın gücü üzerine bir dizi. Eğlenceli ve hayalci. Yine başroldeki kadınlar birbirlerinden güzel.


Accidentally on Purpose
İşte son favori dizim.

Ağlak koca bulmaya hevesli kadınların devri kapandı. Tüm ezberler bozuluyor.

Kendinden bir hayli küçük tek gecelik ilişki sonrası hamile kalan, 37 yaşındaki ana karakterimiz, 21 yaşındaki tek gecelik ilişkisinin ürünü, bebeğini doğurmaya karar verir ve olaylar gelişir.

Henüz ilk sezon yayınlanmakta. Beni en çok güldüren dizilerden biri.


Sanırım 1997'den beri 2010'a kadar diziler değişiyor, karakterler daha da güçlü kadınlar oluyorlar.

Kendi paralarını kazanıyorlardı zaten. Artık toplumca dayatılan yaşın geldi evlen konumundanda uzaklaşıyor bu kadınlar.

Artık seçilmiyorlar seçiyorlar. Artık beyaz atlı prens beklemiyor kendileri için yaşam ortağı arıyorlar.

Kadın Patron Olduğunda

Efsanevi mucit, “ kadınlar tarafından yeni çalışma alanlarının edinilmesi ” ve “ kademeli olarak liderlik gaspı ” nı öngörüyor. Mühendis, fi...