sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2011 Cumartesi

LOVE AND OTHER DRUGS



Eğer medyayı yakından takip ediyorsanız, siz de benim gibi Entertainment Weekly kapağına şaşırmışsınızdır. Anne Hathaway genellikle cici kızı oynardı.Soyunacağını beklemezsiniz. Sanırım şimdiye kadar ki en iyi oyunculuğunu love and other drugs filminde gösterdi.



Jake Gyllenhaal ve Anne HathawayEd Zwick‘in dram-comedi filmi “Love And Other Drugs” da uzun zamanı çıplak geçirdiler. Jamie Reidy‘nin “Hard Sell: The Evolution of a Viagra Salesman” kitabından uyarlanan “Love And Other Drugs” filmin de Zwick bize 90'lardaki ilaç sektörüne dair bir hikaye anlatıyor.

Hathaway , Maggie rolü ile cinsel iştahı kabarık, özgür ruhlu kadını canlandırırken, Jake Gyllenhaal ise Jamie adında , kendini beğenmiş, özgüveni yüksek Pfizer satıcısnı canlandırıyor. Jamie'nin dünyası ikiden fazla kere ters köşe yapmış, sonra da güzel Maggie ile karşılaşmış ki hatun parkinsonun ilk aşamasında . Sonrasında Magie 'ye çok fena abayı yakıyor.

Başlangıçta,her iki tarafında, spor olsun diye, sevişme amacı varken, ilişki ilerledikçe her iki taraf da aşık oluyor.





Anne Hathaway 'i ikna etmek biraz güç olmuş. Balum her zaman sevimli karakterler oynuyordu. Bir yanı bu rolü almayı delice istemiş bir yanı da çekinmiş.Jake Gyllenhaal ise senaryonun ilk 10 sayfasını okuduktan sonra bu işe varım demiş. Senaryoyu bitirdiğinde ise ağlıyormuş.

20 Ağustos 2010 Cuma

Black Swan


Dünyanın en prestijli üç festivalinden birisi olan Venedik film Festivali'ne (Diğer ikisi Cannes ve Berlin) geri sayım başladı.

Bu yıl 67. kez düzenlenecek festivalde Altın Aslan jürisinin başkanlığını Quentin Tarantino yapacak.

En iyi ilk filme verilecek Luigi De Laurentiis ödülünün jüri başkanlığını ise Fatih Akın üstlenecek.

Festivalin açılışını 1 Eylül'de 'Pi', 'Requiem for a Dream/ Düşlere Bir Ağıt', 'The Fountain/ Kaynak', 'The Wrestler' filmlerinin yönetmeni Darren Aronofsky imzalı 'Black Swan' yapacak. Natalie Portman,Winona Ryder, Vincent Cassel ve Mila Kunis’in başrolünde olduğu 'Black Swan', bir balerinin genç rakibiyle aralarında yaşanan çekişmeyi konu alıyor.

Traileri buradan izleyebilirsiniz.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Going the Distance



Sizi bilmiyorum ama ben romantik komedilere bayılıyorum.Drew Barrymore da kendime en yakın bulduğum sanatçılardan biri.

Filmi anlatmaya başlamadan size bir itirafım daha var. Ne kadar yaşlandığımı yaşıtlarıma bakıp anlamaya çalışan biriyim. Ama sokaktaki yaşıtlarıma değil. Yaşıtlarım olan ünlülere bakıyorum. Nasılsa onlarda bok gibi para var ve her istediklerini yaptırabiliyorlar.Benim yaşıtlarım da Drew Barrymore,Kate Winslet ,Angelina Jolie, Charlize Theron, Marion Cotillard,Milla Jovovich,Eva Longoria Parker,Mia Kirshner ve Fergie. Kendi aralarında bakınca içlerinde en genç görünen Marion Cotillard diyebiliriz.Verimli bir yılın kadınları.

Bazı filmlere gösterime girdikleri ilk gün girmeye çalışırım. Kimse bişey yazmadan, kimse bana bişey anlatmadan. En düşük beklenti ile izlemek isterim. Bu filmde gösterime girdiği ilk gün gitmek istediğim bir filmlerden biri.

Going the Distance uzak mesafeden ilişkilerini yürütmeye çalışan bir çiftin hikayesi yönetmeni Nanette Burstein. 2 Eylül 2010 da gösterime girecek film. Ülkemizde hangi tarihte girer emin değilim. Romantik komedi sevenlere duyurulur efendim.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

En Çekici Kötü Adamlar


Herkesin çekici bulduğu adamlardan farklı tipleri çekici buluyorum. Az sert, az kusurlu olacak suratlar. Herkesin sevdiği parlak çocuklar gibi olmayacaklar.
Sinemanın,tv dizilerinin 3 kötü adamını çok çekici bulurum.Ray Liotta,Micheal Madsen ve Eric Roberts.

Hepsi de çok iyi oyuncular yalnız seçici değiller. Çok filmde oynamak fiyatlarını düşüren bir şey. Çok deneyimliler ama 3. sınıf filmlerin aktörleri onlar.

Her birine ayrı bir film ile tutulmuştum. Michael Madsen'i Vengeance Unlimited ile sevmiştim. Bu dizide Madsen, mazlumun intikamını almakla uğraşan, profesyonel bir "intikam alıcı"dır. Yardımlarının karşılığı, bir "iyilik borcu"dur ve her bölümde, geçmişten gelen iyilik borçlarını kullanarak, bölümün mazlumunun intikamını çok yaratıcı biçimlerde alır.


Eric Roberts ise geçirdiği bir kaza sonucu kötü adam kariyerine başlamıştır.1981 yılında geçirdiği ve 3 gün komada kaldığı trafik kazası sonucunda yüzünde kalan yara izi, onu kötü adam oynama saplantısına sürüklemiştir. Yine de gerekli sıçramayı yapamamış, hayatını abuk subuk filmlerde gereksiz karakterler sergilemekle geçirmektedir.

1986 yapımı Runaway Train adlı filmde Jon Voight ile harika bir performans sergilemiş ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında oscara aday olmuş lakin ödülü o yıl 78 yaşında olan Don Ameche kapmıştır. Bu arada Julia Roberts'ın ağabeyi olduğunuda hatırlatmak isterim.
Onu en son Heroes dizisinde görmüştük.Tabi ki yine kötü adamı oynuyordu.


Ray Liotta'ya aşkım Goodfellas filminden sonra başlamıştır. Hikayede kötü adamdır ama kendi bakış açısını o kadar güzel anlatır ki etkilenmemek elde değildir yüzü çok karizmatiktir.

Peki neden kötü adamları,kusurlu yüzleri seviyorum?
Bunu bende zaman zaman sorguluyorum. Sanırım içlerinde iyi bir şeyler olduğuna inanmak istiyorum.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

2 Days in Paris


Julie Delphy 'ye before sunset ve before sunrise filmlerinden beri bayılıyorum. Öylesine girmiştim 2 Days in Paris filmine. Gülmekten yanaklarım ağrımıştı. Ve sonunda o aşağıdaki sözleri söylerken gözlerimden yaşlar boşanıyordu. Çok konuşan bir kadın julie Delphy. Onun söylediklerini dinlemeye ve izlemeye bayılıyorum.


Birinin önce sizi çok sevip,sonra hiçbir şey hissetmiyor hale gelmesi beni hep hayrete düşürmüştür.

Bu durumda çok canım yanar. Birinin beni terk edeceğini hissedersem önce ben gidip ondan ayrılırım.


İşte alın. Bir eksik, bir fazla. Harcanmış bir aşk hikayesi daha. Bu kez gerçekten çok sevmiştim oysa.


Bittiği zaman bir daha hiç karşılaşmayacağımızı düşünmüştüm.

Evet. Bir gün bir yerde karşılaşıp birbirimize yeni sevgililerimizi tanıştıracağız.

Aramızda hiçbir şey olmamış gibi davranacağız.

Ta ki birbirimizi neredeyse tümüyle unutana dek yavaş yavaş birbirimizi daha da az hatırlayacağız.

Neredeyse...

Benim hikayem hep aynı Ayrıl, kırıl...iç, eğlen,biriyle tanış, seviş......ve o adamı unutmaya çalış. Birkaç aylık boşluğun ardından......yeniden gerçek aşkın peşinden koş.

Çaresizce her yerde aşkı ararız ve 2 yıllık yalnızlıktan sonra, bulduğumuzda bu seferkinin "O" olduğuna emin oluruz.

Ta ki o da gidene dek.


Hayatta bir an gelir ve bir ayrılık daha kaldıramayacağınızı hissedersiniz.

Ve o kişi çoğu zaman sizi kıl etse de onsuz yaşayamayacağınızı anlarsınız.

Ve o kişi her sabah yüzünüze hapşırarak sizi uyandırsa da onun hapşırıklarını,başka herhangi birinin öpücüklerinden daha çok sevebilirsiniz.

15 Nisan 2010 Perşembe

‘Cinsel Politika’ derslerine buyurun!

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali cinsel politikaya da giriyor.



T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla düzenlenen 13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 6-13 Mayıs 2010 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek.

13. yaşını “Kötülük” temasıyla kutlayan Festival’in programında bu sene de cinsel politikayı tartışan, tartıştıran filmler gösterilecek. Kadın yönetmenlerin gözünden kadın arzusu ve cinselliğinin nasıl politikleştiğini örnekleyen bu filmler, yaygın sinemada kadın bedenini kurbanlaştıran, nesneleştiren ve mağdura dönüştüren anlayışı sorgularken, bunu sansür nedeni sayan ahlakçılığı da deşifre ediyor.

11 sene sonra bile rahatsız edici
Sinema tarihinin en rahatsız edici kadın yönetmeni Catherine Breillat’nın 1996 tarihli klasiği Kusursuz Aşk (Perfect Love) yıllar sonra bir kez daha cinselliğin kışkırtıcı sınırlarına davet ediyor seyircisini. Kadın-erkek ilişkisindeki dengeleri sorgulayan film, erkeğin isteklerine itaat etmeyen Frédérique’i filmin merkezine alıyor ve “romantik aşk” klişesinin ardındakı acımasız ve yaralayıcı olayları masaya yatırıyor. Fransa’da verilen Acteurs à l'Écran Ödülleri’nde “en iyi kadın oyuncu” seçilen Isabelle Renauld’nun kışkırtıcı performansıyla 11 sene sonra bile izlemesi pek de kolay olmayan film, sabrı olan izleyiciye bugüne dek görmediği bir aşk hikayesi vaat ediyor.

‘Düz Beni’ sansürsüz kopyayla
Bu sene Festival’in en tartışma yaratacak filmlerinden biri olan Düz Beni (Fuck Me, 2000) toplumla son bağlantılarını tecavüze uğradıktan sonra koparan iki kadının birlikte çıktıkları, dönüşü olmayan bir yolculuğu anlatıyor. Virginie Despentes’in aynı adlı romanından uyarlanan ve yazarın Coralie Trin Thi’yle birlikte yönettiği bu tecavüz-intikam filmi, bilinçli olarak porno estetiğini kullanıyor ve iki kadının kendilerini dışlayan, aşağılayan erkekler karşısında yitirdikleri güçlerini yeniden kazanmalarını vurucu bir sinema diliyle seyirciye sunuyor. 'Sinemada seks ve şiddet' bağlamında çoktan antolojilere geçen film, gösterime girdiğinde Fransa’da olay yaratmış, önce '16 yaşından küçükler izleyemez' kaydıyla denetimden geçerek ticari gösterime girmiş ancak aşırı sağcı bir sivil toplum örgütü üyelerinin toplu dilekçesi üzerine mahkeme kararıyla porno filmlere verilen ‘X-reytingine’ maruz bırakılmıştı.

Kadın cinselliği canlanıyor
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin “Retrospektif” bölümünün konuğu Signe Baumane’nin filmleri de cinsel politikaya canlandırma sinemasıyla katkıda bulunuyor. Letonyalı yönetmen Baumane’nin kocasından göremediği ilgiyi elektrikli süpürgede bulan bir kadını anlattığı Natasha (Natasha, 2001), kadın-erkek cinselliğini alaya aldığı bol ödüllü kısa serisi Memenin Zaferi (Teat Beat of Sex, 2008) Festival’de gösterilecek filmlerden bazıları…

‘Tek gecelik’ ilişkide sınır nedir?
Festivalin “Belgeseller” bölümünde yer alan Nancy Schwartzman imzalı Tek Gecelik (The Line, 2009) ise tek gecelik ilişkilerde sınırın ne olduğunu sorgulayan çarpıcı bir film. Yönetmenin yaşadığı tecavüzden yola çıkarak çektiği film, tecavüz mağdurları, seks işçileri, hukukçular, sivil toplum gönüllüleriyle yapılmış söyleşilerin yanı sıra saldırganların görüşlerine de yer veriyor. Özellikle Schwartzman’ın kendi saldırganıyla yaptığı görüşmeyle doruğa çıkan film, yargılamadan erkek seyircinin davranışlarını sorgulamasını da sağlıyor. Tek Gecelik’in gösterimi sonrasında Nancy Schwartzman beden politikaları üzerine bir atölye çalışması yapacak.


http://www.ucansupurge.org

14 Nisan 2010 Çarşamba

Mary and Max

Ülkemizde gösterime girmediğini tahmin ettiğim, daha doğrusu araştırmalarım sonucunda girmediğini gördüğüm bir animasyonu heyecanla önermek istiyorum.

Mary and Max Avustralya yapımı bir stopmotion ve aynı zamanda da bir claymotion. Kilden, hamurdan iki kahraman Mary ve Max. Hikayenin detaylarına inip de seyir keyfinizi kaçırmak istemem. "Büyüklere animasyoooon" sevenleriniz için gerçek, acımasız, ayrımcı dünyaya dokundurmalarıyla ideal bir film. Her kelimesi dinlendiğinde sezilen ince alaylar, akıllı göndermeler, kısacası zeki esprileri ve şahane hatta alışılmadık görselleri ve gidişatı nedeniyle sevebileceğiniz bir film.

Çok kere Mary ya da Max'in yerinde olmak isterken buluyorsunuz kendinizi.

12 Nisan 2010 Pazartesi

ALMA





Rodrigo Blaas 'ın anime kısa filmi.
Coraline'ı anımsatsa da izlemesi keyifli yapanların ellerine sağlık.

Detaylı bilgi için ;

http://almashortfilm.com/

9 Nisan 2010 Cuma

ÇEKİK GÖZLÜ YAKIŞIKLILAR

Aşk benden uzak olsun dedim. Büyük konuşmamak lazımmış! Tadanobu Asano'ya çok fena aşık oldum.

Çekik gözlü adamları dönem dönem çekici bulurum. Sanırım çekik gözlü olmasada onlara en çok benzeyen adam olarak Johnny Depp 'i söyleyebilirim.Onu ilk 21 Jump Street de fark etmiştim. çocuktum ama uyumaz 21. sokağın başlamasını beklerdim.

Sanırım ondan bir sonraki çekik gözlüm Mark Dacascos idi. one Only the Strong filminde tutulmuştum. Capoiera ile tanıştırmış idi bizi.Diğer filmlerini beğenmesemde tek filmi ile adama aşık olmuştum.

ÇEKİK GÖZLÜ YAKIŞIKLILAR



Aşk benden uzak olsun dedim. Büyük konuşmamak lazımmış! Tadanobu Asano'ya çok fena aşık oldum. Ondan size daha sonra bahsedeceğim. Şimdilik son çekik gözlü aşkım olduğunu bilmeniz yeterli.



Çekik gözlü adamları dönem dönem çekici bulurum. Sanırım çekik gözlü olmasada onlara en çok benzeyen adam olarak Johnny Depp 'i söyleyebilirim.Onu ilk 21 Jump Street de fark etmiştim. Çocuktum ama uyumaz 21. sokağın başlamasını beklerdim.







Nasıl unuturum bir de Keanu Reeves var. Bill & Ted's Excellent Adventure filminde fark etmiştim onu. Çok eğlenceli ama salak saçma bir şeydi . O filmi izlerken tek farkkettiğim Keanu idi :).






Sanırım ondan bir sonraki çekik gözlüm Mark Dacascos idi. Only the Strong filminde tutulmuştum. Capoeira ile tanıştırmış idi bizi. Diğer filmlerini beğenmesemde tek filmi ile adama aşık olmuştum.


Tam büyüdüm çekik gözlüler devri bitti derken Lost izlemeye başladım. Millet Sawyer'a, Jack'e hasta olurken ben Jin abiye hasta oldum. Nam-ı diğer Daniel Dae Kim. Şimdi bana bakıp ''Lost daki tek çekik gözlü jin mi?'', ''Bak orada ölüleri gören adam Miles var ya'' demeyin! Her gördüğüm çekik gözlüyü hoş bulmuyorum. Ken Leung çekici bulduğum çekik gözlüler sınıfına girmiyor.



Tam Lost bitti, çekik gözlü devri kapanıyor diyordum ki ; Lost'un yapımcıları yeni bir dizi sürdüler piyasaya Flashforward. John cho 'nun canlandırdığı flashforward karakter Demetri Noh da çekici bulduğum çekik gözlüler arasına girdi.




Ve son aşkım, sadece yakışıklı ,çekici değil iyi bir oyuncu da aynı zamanda Tadanobu Asano ondan size çok yakında detaylıca bahsedeceğim....

Sizin çekici bulduğunuz çekik gözlüler var mı ?

8 Nisan 2010 Perşembe

ATEŞBÖCEĞİM MİSİN ?


Benim ayarımı eski türk filmleri, beyaz atlı prensli masallar ve holivud romantik komedileri bozdu. Üzerine Aysel Gürel, Fikret Şenez tuz biber oldu. Bana aşkın nasıl olması gerektiğini tüm yaşamımda haykırıp durdular. Bir kere fedakar olacaktın, sevdin mi ölümüne sevecektin. Zaten aşk mazoşit bir duyguydu. Acı çektikçe daha da çok sevecektin.

Aşka dair ilk imgeleri anımsıyorum çocukluğumdan bugüne... O akşam annemle babam akşam yemeğine Yılmaz abilere davetli idiler. 7 yaşlarındayım, İstanbul da üsküdar da bir evde oturuyoruz. Yılmaz abilerde bize çok uzak değil ama nedense biz çocukları yani kardeşim ile beni erkenden yolladılar. Film sahnesi gibi bir görüntü düşleyin. Çok yakışıklı bir adam ve çok güzel karısı gencecikler, yeni evliler misafir gelmeden mutfakta son hazırlıklarını yapıyorlar. Yılmaz abi salata hazırlıyor fonda bir müzik ;


aşk bahçemi süsleyen/ inci çiçeğim misin

gecemi aydınlatan/ ateşböceğim misin

gençlik başımda duman/ ilk aşkım ilk heyecan

kovaladıkça kaçan/ ateşböceğim misin

bahar dalında yaprak/ yıldızdan daha parlak

gözyaşımdan yuvarlak/ ateşböceğim misin

doğmayan güneşimsin/ rüyalarda eşimsim

sevgilim söyler misin/ ateşböceğim misin



Aklımda aşka dair ilk imge bu sanırım. Aysel Gürel in sözleri Güzin ve Baha'nın bestesiyle....

7 Nisan 2010 Çarşamba

3D Sinema Keyfi

Bu hafta sonu "Clash of the Titans - Titanların Savaşı" adli filmi izledim. Her zamanki gibi 3D keyfinin tadını çıkardım. Mitolojik hoş bir hikaye, biraz aksiyon vs. Çok mu süperdi? Yok. Kötü müydü? Kesinlikle değil. Eğlenceliydi gerçekten de. Ama Avatar'dan sonra izlemiş olmasaydım daha çok beğenirdim sanırım.

İlk kez Ankamall (o zamanlar Migros idi) Imax Sinemasında 3D ile tanışmıştım.Hemen nasıl çalıştığını öğrenmiştim. Normal sinemalarda tek projeksiyon olurken, imax’te her biri RGB (red-green-blue) bileşenlerinden birini gönderen 3 projeksiyon vardı. Özel gözlükleri ile 3 boyutlu izlenimi yaratılıyordu. Imax perdeleri ve salonları devasa idi. Film başlamadan önce elinde mikrofon ile bir bayan, salon ve perde büyüklüğü hakkında bilgi veriyordu. Demişti ki perde 16 metre (5-6 katlı bir apartman kadar) yüksekliğe ve bir basket sahası genişliğine sahipti. Şimdi düşünüyorum da biri filmden önce gelip böyle bişey anlatsa olaya çok gülerim ama o zaman hiç yadırgamamıştım nedense. Belki de normal filmlerin 3-4 katı kadar ödeme yapınca normal gelmiştir. :)
İlk izlediğim film "T-REX: Dinozorlar Devrine Dönüş" idi. Gerçekten de dinozorlar devrine dönmüş gibiydim. Dişleri burnumun dibindeydi. Ayak sesleri sanki heme ardımdan geliyordu.

Konu çok anlamlı değildi. Sadece 45 dk sürüyordu ve çok pahalıydı. Lakin çok eğlenceliydi. Bir de film önesi gösterilen 3D çizgifilm vardı ki anmadan geçemeyeceğim. izleyenler bilir, süper bir şeydi. O kadar gerçekçiydi ki uçuşan baloncukları yakalamaya çalışan insanlar vardı etrafta.

Gün gelecek tüm filmler böyle olacak diyorlardı o zaman. Gel gelelim o zamanlar sadece 3 film vardı. Bense sadece T-rex'i izleyebilmiştim. Sonunda gün geldi, gerçekten de 3D filmler sardı etrafımızı. (Korsanla mücadelenin payı büyük tabi bu işte.) Daha uzun, daha anlamlı konuları olan filmler çekilmeye başlandı. Eh tabi ben de 3D fanı olarak bu işten gayet memnunum.

Gözlükler gözümde ağırlık yapsa da, baş ağrısı yaratsa da gene de keyifli işte. Üstelik eskisi kadar pahalı da değil. Ama bunu da bir bedeli var: Eskisi kadar içine giremiyorsunuz filmin. Burnunuzun dibine kadar gelmiyor ya da boşluğa düşüyormuşsunuz gibi hissettiren bir sahne gerçekten de adrenalin salgılamanıza sebep olacak kadar gerçekçi değil. 3D bir dünyaya uzaktan bakıyorsunuz sadece. Zamanla gelişeceğini umuyorum. Korsandan kaybedilen parayı 3D ile kazandıklarında daha da etkileyici şeyler üreteceklerini umut ediyorum.

30 Mart 2010 Salı

EVA GREEN DÖNEMİ


Zaman zaman bir oyuncu yada yönetmene saplanırım. Gül, bu dönemlerimi o oyuncu yada yönetmenlerin adını vererek anımsar.

Aramızda bir olaydan bahsediyoruzdur, ''O senin Kim Ki Duk zamanında idi'' veya ''Sen o ara Hugh Jackman dönemindeydin '' der. Sanırım bu ara için Eva Green dönemimdeyiz diyebiliriz. Ardı arkasına onun filmlerini izlerken buluyorum kendimi.


Onu ilk farkettiğim film James bond filmlerinden biri Casino Royale idi. 5. Fransız Bond kızı olarak geçiyor. Farketmiştim farketmesine ama peşine düşmemiştim.Sanırım o filmde Eva Green benim için güzel bir kız idi . O kadar.



Cracks filmi ile peşine düştüm.

O filmden sonra tırnaklerımı kırmızıya boyadım.

Eva Green Craks ile sadece güzel değil yetenekli bir oyuncu da olduğunu gösterdi bana. Artık aktrist. Oyuncu benim gözümde büyüleyici bir oyuncu. O kadar iyi oynamış ki bir yanda hayran olurken, diğer yanda nefret ettirdi karakterinden.

The Dreamers'ı hemen ardından izledim. Tarza aşık oldum. Bertulucci'nin de kafası benimki gibi işliyor belki de diye düşündüm. Bir çağrışım beyinde bir filmi getiriyor. Belki bende bir düşkuranım. Hayalciyim. Büyüledi çağrışımlar ve ardından gelen film kareleri. Tüm gün doğal hayatımda ben böyleyim . Biri bir şey söylüyor aklıma bir görüntü yada söz geliyor. Bu sürekli olan bir şey. Sanki hayatım bir çok filmin bir kolajı. Henüz sonu bilimiyorum...

23 Mart 2010 Salı

GİRİŞ



Bu bloğun amacı,her şeyden, özellikle de kendi ilgimi çeken şeylerden bahsetmek.

Sağlık,siyaset,güzellik,moda,kozmetik,sinema,edebiyat,tiyatro,tv,müzik,dans. Bunlara kadın perspektifinden yaklaşmak. Tektip anlayışı olan bir blog olsun istemiyordum o yüzden misafir yazarlarım olacak. Kendi alanlarında başarılı kadınlardan oluşan misafir yazarlarım olacak.

Çeşitlilik istiyorum bu blogda. Hayata farklı açılardan bakan kadınların farklı algılarını görmek istiyorum. Cosmopolitan formatında değil! Söyledikleri şeyi destekleyen, nedenleri ve sonuçları ile irdeleyen kadınlar.

Güzellikten bahsederken yüze yoğurt sürmek iyi geliyormuş diye yazmayan iyi geliyor ama arkasında şöyle bir mekanizmayı harekete geçiriyor diyerek işleyişinide anlatan kadınlar yazacaklar.Birbirinden farklı kadınlar.

Kadın Patron Olduğunda

Efsanevi mucit, “ kadınlar tarafından yeni çalışma alanlarının edinilmesi ” ve “ kademeli olarak liderlik gaspı ” nı öngörüyor. Mühendis, fi...