23 Nisan 2010 Cuma

KENJI BİZE DE GEL (Last Life in the Universe )

Tadanobu Asano'nun oyunculuk gösterisi sunduğu, zaman zaman komik, bir cok zaman ise üzüntülü olan hoş bir tai filminden bahsedeceğim bugün size. Adı Ruang rak noi nid mahasan .


Bu filmi aklıma Ayşe ile olan bir konuşmamız getirdi. İkimizde biriken işlerimizi yapmamaktan evdeki dağınıklıklardan yakınıyorduk. Birden keşke Kenji bize gelse, bizim evi de temizlese diye düşündüğümün farkına vardım.


Filmde kahramanımız Kenji intihara meyilli lakin beceriksiz bir karakterdir. İnanılmaz titiz bir şeydir. Kendi evinde her şey inanılmaz derecede düzenlidir. Her şeyin bir yeri vardır ve temizdir.



Gelişen olaylar neticesinde evine giremez hale gelir ve başrol hatun kişimiz Noi'nin evine yerleşir. Ne kadar dağınık ve pis olsa da kendi evinden daha çok rahat etmektedir. Zamanla işlere el atmaya başlar. Ve Noi nin evini temizlemeye, bulaşıklarını ve çamaşırlarını yıkamaya başlar.


Ölmeyi başarayamayan bir adam ve yalnız kalmaktan korkan bir kadının öyküsü, yaşamı ve ölümü tiye alan bir film. Adam ölmeyi beceremez çünkü aslında hayata bağlıdır, hatta hayatta kalma mücadelesini verir. Zaten fazla takıntılı derecede olsa da, düzenli bi yaşamının olması bunu göstermektedir bizlere. Adamın her ölmeye çalıştığında başka birinin ölmesi de bunun bir göstergesi. Filmde alıntılanan "ölüm huzurdur" cümlesine rağmen, huzuru aşkta arayacaktır.



Kadın ise adama zıt bir çizgide, son derece pasaklı ve hayatından bezmiş görünümlü biridir. Film ilerledikçe iki karakter birbirine benzemeye başlar.



Filmin daha en başında üzerimize çöken ölüm ağırlığını giderek hafifleten güzellikler say say bitmiyor. Öncelikle Kenji ve Noi’nin iletişim biçimi şimdiye dek gördüklerim içinde en güzeli. Üç dilde anlaşıyorlar: ingilizce, japonca ve thai. Sürekli aynı şeylerden konuşuyorlar ama farklı yerlere varıyorlar. Zaman geliyor bu üç dil de yetmiyor ve başka bir iletişim biçimi seçip susuyorlar. İşte en güzel anlar bu susarak iletişim kurdukları anlar.



"....kertenkele uyandığında, kendisinin hayatta kalan son kertenkele olduğunu anladı.
ailesi ve bütün arkadaşları gitmişlerdi.
sevmedikleri ,okulda ona kötü davrananlar-hepsi- gitmişlerdi.
kertenkele artık yalnızdı..ailesini ve arkadaşlarını özlüyordu.
hatta düşmanlarını bile.
yalnız olmaktansa,düşmanların ile olmak daha iyidir.
aklından geçen bunlardı.
güneş doğarken düşündü...
yaşamanın ne anlamı var...
eğer konuşacak hiç kimse yoksa
eğer son kertenkele iseniz...
böyle düşünmenin hiçbir anlamı yoktu."

Kenji bize de gel, Noi'nin evi gibi ev. Temizleyecek biri lazım ...

22 Nisan 2010 Perşembe

Bu ülkede kadın olmak


Sabah saatleri, Taksim otobüsü… Yanımda genç, güzel bir kadın…
Ben yaşlarda, havalı…
Arkamızdaki koltuklarda bi çift kavruk yurdum krosu… (bu krolar durakta otobüs beklerken bana yalana yalana bakmış ve rahatsız etmişlerdi)
Oturduk, uyku sersemiyim zaten.
Taktım mp3 çaları, devam…
Sırtımda, belimde rahasız edici darbeler… (hayvanat, arka koltukta dizleriyle ön koltuğun sırtını tepeliyor yerleşmek bahanesiyle, aldırmıyorum)
Birazdan yanımdaki kız, arkaya dönerek bağırmaya başlıyor. Kulaklığı çıkartıyorum…

Arkadaşım, dizlerine sahip olur musun, rahatsız oluyorum” demiş
arkadaki hanzo da diklenmiş, terslenmiş… kKzla hırlaşmaya başlamışlar…

O esnada adamın çok dik ve “bak döverim seni” ses tonuyla kadına “aptal karı” “git başka yerde aran” “kendini mi göstermeye çalışıyorsun otobüse” diye hırladığını duydum…

Hatta bi ara kızın sırtını dayadığı ön koltuğa vurdu filan adam. Kız da (helal olsun!) çatır çatır verdi cevaplarını… Ne var ki hınca hınç dolu otobüsten yavaş yavaş memnuniyetsiz sesler yükselmeye başlamıştı…

Biz de senden rahatsız oluyoruz, kapasana çeneni
Bu ne ya car car, bi susmadı kadın”
buna benzer şeyler…

Kız dönüp herkese ayarını verdikten sonra ("size ne ya, onunla benim aramda bişey, siz niye karışıyorsunuz?" diyerek) telefonla polisi aradı. (bu arada adamı alıp arkaya oturttular)
Uzun uzun ilgili kişiye ulaşmaya çalıştıktan sonra, ilgili polisi buldu ve derdini anlattı.

Bu esnada konuşmayı dinleyen otobüs iyice dellenmişti… Kıza açık açık hırlamaya sonra bağırmaya başladılar…

Derdin ne senin be, gitti işte arkaya çocuk
Ne büyütüyosun, televizyonlara mı çıkmak senin derdin”

Kız dönüp yapıştırverdi;
Ben televizyonda çalışıyorum zaten

Ama giderek yükselen tansiyon… Of… Bir kadın avaz avaz bağırmaya başladı;
gelsin polisler, ben şahidim… çocuğun hiçbir suçu yoktu!!!”
Ardından kalabalıktan uğursuz bi gürültü yükseldi… Hepsi kıza yiyecekmiş gibi, tiksinerek bakıyorladı ve avaz avaz bağırıyordu herkes…
Kız da karşılık verirken bağırmaya başladı… 1-2 kişi kızın üstüne yürüdü hatta tehditle… Resmen bir linç başlayacaktı sanki az sonra;
Ama kız bi adım atmadı geri…

Hayretler içindeydim… Bu toplumun parçası olduğum için, bu insanlarla (üstelik kadın-erkek, genç-yaşlı, herkes!) aynı havayı soluduğum için utandım, utandım…
Kalkıp bişeyler söylemek istedim ama kız aslan gibi, panter gibi savunuyordu zaten kendini… Bir ara “siz nerden biliyosunuz, benim yanımdaki şahit işte” diye bağırırken kafa salladım sadece…

Tacizci itler E6 dan çıkar çıkmaz indiler,
sonra da polisler kesti otobüsün yolunu, kız indi, arkasından herkes küfür, kıyamet… Kızı polislere bırakıp yola devam etti otobüs…
Müteakip 10 dakika boyunca herkes ama herkes bir ağızdan kızı kötüledi otobüste, aşağıladı, küfretti arkasından…

Dayanamadım artık 10 dakika sonra yavaşça ayağa kalktım… Herkese baktım öylece…

Gayr ı ihtiyari susup bana döndü tüm otobüs;

O kadın gerçekten tacize uğradı” dedim teker teker hepsinin yüzüne bakarak, sakince… tık çıkmıyordu…
“O koruduğunuz adamlar, ta otobüs durağındayken beni de taciz etmişlerdi. otobüse bindikten sonra da o kızı ettiler… haklıydı o” dedim

Bundan sonra lütfen tam bilmediğiniz şeyleri yargılamayın” deyip bıkkınlıkla indim otobüsten…
Hala kimseden tık çıkmıyordu…

Utandım… Ne diyeyim ki…
Kadınlı erkekli bi güruhun, resmen modern bir “vurun kahpeye” temsiline şahit oldum bugün…

….

Bu ülkeden bazen gerçekten çok fazla nefret ediyorum

ZAYIFLAMA ÇILGINLIĞI NEREYE KADAR?



Benim için ideal kadın Monicca Bellucci. Orantısı ile yürüyüşü ile hali ile tavrı ile kadın kelimesinin hakkını veriyor. En çok beğendiğim yeri vücudunun kıvrımları. Zayıf bir kadın değil,şişman da değil.




Göğüsleri dolgun, beli ince, kalçası geniş bir kadın. Anlayamıyorum insanların (artık bu çılgınlığın kadını erkeği yok!) aşırı zayıf olma isteğini.Bence güzellik öncelikle sağlıklı olmaktır. Sağlıklı bir beden güzel gelir.Işıldar.Pozitif enerji yayar.



Geçen hafta bir arkadaşım ile konuşuyordum çevresindeki insanların bitkisel denilen bir ürün kullandığını delice susadııklarını ve zayıfladıklarını anlattı. Bende merak ettim nedir bu bitkisel şey. Ne insana çılgınlar gibi kilo verdirir hilesi nedir bunun ?


İşin tuhafı öyle cahil insanlar kullanmış diyeceğimiz bir şey değil gayet eğitimli aklı başında diye düşünülen insanlar bunu kullanıyor. Nasıl bir toplumsal baskı var üzerimizde sıfır beden olmak üzerine. Artık erkeklerin bile çekicilik algısı değişmiş kalçası daha dar kadınları beğenir hale geliyorlar.

Bu ilaçlar (ilaç denilebilinir mi acaba ilaçlar iyi eder bu şeyler fena...) sağlık bakanlığından onaylı değiller. Bitkisel besin desteği adı altında getiriliyor Çinden. Tarım bakanlığı onay veriyor.



Bu ürünü kullanan eczacı bir arkadaşım ile konuştum. Anlattıklarını size aktarmak istiyorum. Özellikle bugün televizyonlarda ve gazetelerde aynı habere gözüm çarpınca yazma gereği duydum. Haberde bir genç kızın bu zayıflayacağım diye kullandığı ürünler yüzünden 24 yaşında öldüğü söyleniyordu. Habere buradan erişebilirsiniz.


Kaç kilosunda bunu kullandın kardeş ?

Şu anda 98 oldum, ancak kullanmanızı kesinlikle tavsiye etmem, çok zararlı yan etkileri var.

Sen neden kullandın ve etkileri neler oldu ?

İşin traji komik tarafı ben de eczacıyım, birader doktor o kullanmış bana tavsiye etti. O zaman eczanelerde satışı başlamamıştı. Biz Çin'den getirttik. Literatür taraması yaptığım zaman gerçektende meksika biberi tohumunun metabolizma hızlandırıcı ve yağ yakıcı özelliği olduğunu gördüm ve kullanabilirim diye düşündüm.

İlaç geldi. Kullanmaya başlayınca aşırı ağız kuruluğu, uykusuzluk, aşırı idrara çıkma ve su kaybı, öfosri gibi etkileri görmeye başladım. Daha önce sibutramin( reductil) ve metamfetamin kullanmıştım. O nedenle bu yan etkileri çok iyi tanıyorum. Bende biraz inatlıkta var ilacın çok şiddetli iştah kesme özelliği ile birleşince 8 gün hiç birşey yemedim. Sadece su, şekersiz çay ve kahve, maden suyu içerek açlık diyeti yaptım. 7 kilo birden verdim. Bana kalsa açlık diyetini 20-25 gün hatta belki daha fazla yapacaktım ancak bizim hanım isyan çıkardı ve sonlandırmak zorunda kaldım. İlacı devam ettirdim. 15 gün sonunda 8 kilo verdim. Ancak söylediğim gibi ben meslekten ve daha önce kullandığım ilaçlardan, beklenen yan etkileri ve sağlığım üzerinde yaratacağı riskleri biliyorum. Bu riskler hipertansiyon ve kalp damar sistemi problemleri. Bu yönden kendimi ilaç kullandığım sürece takip ettim ve risk oranını düşük tutmaya dikkat ettim. Meslekten olmayan birisinin bunu yapması çok zor. Bu nedenle kimseye tavsiye etmiyorum. O nedenle kesinlikle bu ilacı kullanmayın derim. yardımcı olabildi isem ne mutlu.

İştah kesiyor diye mi bişey yemediniz ? Bunu anlayamıyorum yemek en büyük zevkim :)

Bende yemeği çok seviyorum ancak bu nedenle kilomda bazen böyle başını alıp gidiyor. Açlık rejimi bilimsel fakat çok dikkatli uygulanması gereken ve çok zor bir rejimdir. Bu rejimde bu tip anoroksijenik ilaçlar çok yardımcı olur. Bu nedenle kullandım.

Yani bu ilacın tek olayı iştah kesmesi mi ? İlaç dedim ama ilaç denmez maddenin olayı?

İlacın etkisi iştah kesmek ve metabolizmayı hızlandırmak ancak bunu yaparken seratonin üzerinden gittiği için problem var.

Etki mekanizmasını anlamaya çalışıyorum. Seratonin etkisinden gidince ne oluyor ve metabolizmayı nasıl hızlandırıyor ?

Seratonin normalde mutluluk hormonu diye adlandırılır ve herkes bunun artmasının iyi bir şey olduğu fikrine sahiptir Ancak bunu doğal olmayan yollardan artırmak, yıkımından sonra ani seviye düşüşü çok ciddi yan etkiler yapar.

Bunlardan bizim konumuz olan kalp damar sistemi üzerine olan etkisidir. Seratonin seviyesindeki oynamalar damarlarda özellikle kalp damarlarında ani kasılmalara yol açtığı için hipertansiyon hastalarında ve kalp damarlarında problem olan kişilerde kalp krizi ve beyin kanaması riskini arttırır. Seratonin seviyesinin artması metabolizma hızınızıda arttıracaktır. Aşık olunca coşmanızın, yerinde duramamanızın sebebi de biyolojik olarak böyle açıklanabilir.:)) Özetle seratoninimiz artsın ama bu kimyasal bir uyarı ile değil doğal yollarla olsun. Yani yavaş yavaş yükselsin yavaş yavaş düşsün. Biyokimya kitabı gibi oldu ama inşallah ne demek istediğimi anlatabilmişimdir. ayrıca (bkz: metamfetamin) (bkz: sibutramin) daha iyi anlamanıza yardımcı olabilir.


Anlıyorum ,kilo vermek istiyorsam en kolay yöntem aşık olacam :p

Asıl fena olanı anladım sanırım serotoninin ani düşüşü sanırım uçurumdan yuvarlanmak gibi bir etki yapacak. Yükseliş hoş olsa da düşüş can yakıcı olacak doğru mu anlamışım?

Peki bırakınca ne oldu hemen vücut normale dönebildi mi ?



Çok doğru anlamışsın. Bu tip maddeler yani amfetamin ve türevlerinin narkotik olarak sınıflandırılmasının ve yasaklanmasının sebebi de bu işte. Ecstasy, crack,kristal falan denilenler hep amfetamin türevleri. Kullanınca süper, enerjik oluyorsun, hiperaktif oluyorsun, coşuyorsun, tavanlara zıplıyorsun vs. ama ilacın etkisi geçince ani bir çöküş yaşıyorsun, depresif etkiler ortaya çıkıyor, yoksunluk belirtileri intihara kadar götürüyor yada tekrar ilaç alıyorsun. Buna amfetamin tipi bağımlılık diyoruz. Zamanla dozajı yükseltmen gerekiyor çünkü tüm hormon ve nörotransmitterlerin en kötü özelliği uyarı seviyelerinin gittikçe yükselmesi. Doz arttırdıkça kardiyovasküler yan etkilerin görülme olasılığı daha da çok artıyor.

Yani amfetamini kullanmazsan intihar ediyorsun, kullanırsan kalp krizi veya beyin kanamasından ölüyorsun. İşte böyle bir şey bu narkotikler. eroin vb. opoid'ler içinde benzer etkiler geçerli. Seratonin, endorfin, dopamin hem çok iyi hemde çok kötü. Dengeyi bulmak çok zor.

Ben ilacı kullandıktan 2 gün sonra içeriğinde metamfetamin ve sibutramin olduğunu tahmin ettim. bunların etki ve yan etkilerini iyi bildiğim için kontrollü kullandım ve limite ulaştığımı anladığım anda dozu düşürerek adım adım kullanmayı bıraktım. Vücut bir kaç gün içinde normale dönüyor ama sizin psikolojinizi buna ayarlamanız gerekiyor. O zaman sorun yaşamazsınız ama bunu da herkes yapamayabilir. Çünkü sosyal baskı unsuru olan kilo ve rejim tutkusu ilacın buna olan çok aşırı katkısı ile birleşince diyet manyaklığı denen olaya yol açıyor ve biraz daha kilo vereyim derken ipin ucunu kaçırıyorsunuz.


Şimdi anlamış mıyım kontrol edelim. Bağımlılık yapıcı bir şey bu. Bağımlılık yaptığı içinde kullanmak istiyor insanlar

Çok doğru anlamışsın:))

Sohbet güzeldi yardımı da oldu. Belki blogda bunu yazarım. Diyet çılgınlığı zamanı
:))


Keşke çılgınlık olsa manyaklık bu manyaklık. Sen benim hastaları bazılarını görsen anlarsın ne demek istediğimi, hanım kızın boyu 170, kilosu 54 gelip ağlıyor ben bu kiloları nasıl verecem diye. Bunun adı çılgınlık mı sence?



Sizi bilmiyorum ama benim gözüm korktu. Sağlık bakanlığı onayı olmayan hiç bir ilacı kullanmayın. Kullanacağınız ilaçlar içinde uzmanından tavsiye alın. Vücuda giren her şey bir etki yapıyor.

Asıl amacınız sağlıklı olmak olsun. Ruhen ve bedenen sağlıklı olmak.

Buradan bu ürünlerin yurda girmesini sağlayan ve bu kadar kolay bulunabilmesine yol açan mekanizmaya nefretimi belirtmek istiyorum. Bitkisel ilaç, zayıflama ilacı , diyerek insanların uyuşturucu ile tanışmasına neden olunması engellenmeli. Bu gelişmeleri savcılıklar suç duyurusu olarak kabul etmeli.

20 Nisan 2010 Salı

Guinness Çılgınlığı


Biz küçükken Milliyet Kardeş'te ya da gazetelerin çocuk eklerinde çokça bahsi geçen bir şeydi Guinness Rekorları. O zamanlar belki dünyanın en büyük ya da en küçük hedeleri, en uzun süre dil çıkaran adamları, gözkapaklarıyla dünyalar kaldıran insanları ilgimizi çekiyordu ama şahsen şu an özellikle rekor kırmak için kırılan pek çok rekor ilgimi çekmiyor. Neden çeksin? Bu herhangi bir bilimsel gerçek ortaya koymak gibi bir şey değil. Bazı yetenek veya özellikler çok ilginç olabilir ama sırf rekor kırmak adına kasmak benim sevdiğim bir şey değil.

Hele hele de rekor kırmak milli gururumuz haline gelmişse. Nadiren izlediğim televizyonda karşıma sürekli ülkemizin en büyük lahmacun, en uzun bilmemne dallarında rekor kırmaya çalışması, üstelik bir raslantı sonucu fark ettiğim kadarıyla bu rekor kırma çabalarının Ortadoğu'da da yoğunlaşması beni endişelendirmeye başladı. Üstelik düşündüklerimde yalnız olmadığımı, daha doğrusu tamamen tesadüfi olarak bu rekor haberlerini görmediğimi de bir programda buna değinilmesi üzerine iyice anlamış oldum. 

Rekor kırmak adına kitap okuyormuş, şarkı söylüyormuş gibi yapmak bana tamamen ikiyüzlülük gibi geliyor. İnsanların bir araya gelip bir şeyler icra ediyor olmaları hoş bir şey olabilir. Mesela en uzun horon denemesi (belki başarılı olmuştur) bence eğlenceli ve insanları bir araya getiren bir şey. Zaten günlük hayatta da sokakta horon tepiliyor. Bu rekor denemesinde bir kendini beğenmişlik yok. Ancak çocukların da alet edildiği birbirinden saçma 'milli' denemeye o kadar kıl oluyorum ki anlatamam. İşimiz gücümüz, derdimiz tasamız kalmadı da oturup Guinness Rekorlar Kitabı'nda en çok rekor kırmış, adı en çok geçmiş millet olmaya çalışıyoruz. Zorumuz ne? Sevmediğim bir müdür aya gidemememizden yakınırdı. Adamı şimdi daha iyi anlıyorum. Tüm uzay keşfolunduktan yüz yıl sonra aya çıkıp en büyük gözleme rekoru kırarız müdürüm, söz!

17 Nisan 2010 Cumartesi

BİR SAVAŞ HİKAYESİ



Dün akşam şahane bir tiyatro oyununa gittim. Bir kaç ay olmuştu tiyatroya gitmeyeli. Dün Ferhat aradı ve fazla biletim var bu akşam için oyuna gelmek ister misin dedi. Uzun zamandır görüşememiştik iyi bir fırsat olur diyerek kabul ettim.Hangi oyuna gideceğimizi bile bilmiyordum. İyi ki beni davet etmiş, iyi ki bu oyunu izleme şansım olmuş dedim tiyatrodan çıkar iken.

Amerikalı Yazar Jeanne Beckwith’in yazdığı, Esra Ege’nin Türkçe’ye çevirdiği oyunu, Aclan Büyüktürkoğlu yönetiyor.

Oyunda, askeri bir üstte kendi ordu mensuplarının üzerine ateş açmaya başlayan askeri doktor ile sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor.

Oyun insanların, ’’Ne kadar çok kandırıldığı’’, ’’Güler yüzün her zaman doğru yüzü göstermediği’’, ’’Kavgaların çatışmaların arkasında kimlerin ne tür beklentileri bulunduğu’’ gibi konu başlıkları içeriyor.


Şinasi sahnesinde pek çok oyun izledim. Düne kadar bu kadar iyi kullanılmamış idi sahne.Oyunda sinema efektlerini tiyatronun olanakları dahilinde kullanılmış. Neredeyse bir savaş veya çatışma ortasında kaldığım hissine kapıldım.Sadece kısa bir sahnede bir sinema salonunun dışını görüyoruz, bunun dışında hep iç mekan. Dekor ve efektler şinasi sahnesinde gördüğüm en iyi çalışma idi.



Çok deneyimli, işlerini iyi yapan bir kadro var oyunda.Dekor tasarımı Murat Gülmez, kostüm tasarımı Gülümser Erigür, Işık tasarımı Mehmet Yaşayan imzasını taşıyan oyunda, Ahmet Türkoğlu, Aylin Gürsoy Ariöz, Bahadır Karasu, Cahit Öztüfekçi, Koray Karaca, Mithat Erdemli, Savaş Tamer, Seda Oksal, Eren Oray, Şahap Sayılgan, Berna Yılmaztürk, Bora Godri, Burcu Özcan, Burcu Petekkaya, Emrah Çakıl, Emrah Ersoy, Eray Çelik, Ezgi Can, Gökhan Korkusuz, Gökhan Yılmazer, Hüseyin Ataseven, Mithat Abacı, Murat Özdemir, Nihal Erdoğan, Özge Korgun, Özlen Tamer, Sine Zeynep Eteke, Tamer Yurtbaşı, Umut Kılınç, Yaseri Şahbudak rol alıyor.

15 Nisan 2010 Perşembe

‘Cinsel Politika’ derslerine buyurun!

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali cinsel politikaya da giriyor.



T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla düzenlenen 13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 6-13 Mayıs 2010 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek.

13. yaşını “Kötülük” temasıyla kutlayan Festival’in programında bu sene de cinsel politikayı tartışan, tartıştıran filmler gösterilecek. Kadın yönetmenlerin gözünden kadın arzusu ve cinselliğinin nasıl politikleştiğini örnekleyen bu filmler, yaygın sinemada kadın bedenini kurbanlaştıran, nesneleştiren ve mağdura dönüştüren anlayışı sorgularken, bunu sansür nedeni sayan ahlakçılığı da deşifre ediyor.

11 sene sonra bile rahatsız edici
Sinema tarihinin en rahatsız edici kadın yönetmeni Catherine Breillat’nın 1996 tarihli klasiği Kusursuz Aşk (Perfect Love) yıllar sonra bir kez daha cinselliğin kışkırtıcı sınırlarına davet ediyor seyircisini. Kadın-erkek ilişkisindeki dengeleri sorgulayan film, erkeğin isteklerine itaat etmeyen Frédérique’i filmin merkezine alıyor ve “romantik aşk” klişesinin ardındakı acımasız ve yaralayıcı olayları masaya yatırıyor. Fransa’da verilen Acteurs à l'Écran Ödülleri’nde “en iyi kadın oyuncu” seçilen Isabelle Renauld’nun kışkırtıcı performansıyla 11 sene sonra bile izlemesi pek de kolay olmayan film, sabrı olan izleyiciye bugüne dek görmediği bir aşk hikayesi vaat ediyor.

‘Düz Beni’ sansürsüz kopyayla
Bu sene Festival’in en tartışma yaratacak filmlerinden biri olan Düz Beni (Fuck Me, 2000) toplumla son bağlantılarını tecavüze uğradıktan sonra koparan iki kadının birlikte çıktıkları, dönüşü olmayan bir yolculuğu anlatıyor. Virginie Despentes’in aynı adlı romanından uyarlanan ve yazarın Coralie Trin Thi’yle birlikte yönettiği bu tecavüz-intikam filmi, bilinçli olarak porno estetiğini kullanıyor ve iki kadının kendilerini dışlayan, aşağılayan erkekler karşısında yitirdikleri güçlerini yeniden kazanmalarını vurucu bir sinema diliyle seyirciye sunuyor. 'Sinemada seks ve şiddet' bağlamında çoktan antolojilere geçen film, gösterime girdiğinde Fransa’da olay yaratmış, önce '16 yaşından küçükler izleyemez' kaydıyla denetimden geçerek ticari gösterime girmiş ancak aşırı sağcı bir sivil toplum örgütü üyelerinin toplu dilekçesi üzerine mahkeme kararıyla porno filmlere verilen ‘X-reytingine’ maruz bırakılmıştı.

Kadın cinselliği canlanıyor
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin “Retrospektif” bölümünün konuğu Signe Baumane’nin filmleri de cinsel politikaya canlandırma sinemasıyla katkıda bulunuyor. Letonyalı yönetmen Baumane’nin kocasından göremediği ilgiyi elektrikli süpürgede bulan bir kadını anlattığı Natasha (Natasha, 2001), kadın-erkek cinselliğini alaya aldığı bol ödüllü kısa serisi Memenin Zaferi (Teat Beat of Sex, 2008) Festival’de gösterilecek filmlerden bazıları…

‘Tek gecelik’ ilişkide sınır nedir?
Festivalin “Belgeseller” bölümünde yer alan Nancy Schwartzman imzalı Tek Gecelik (The Line, 2009) ise tek gecelik ilişkilerde sınırın ne olduğunu sorgulayan çarpıcı bir film. Yönetmenin yaşadığı tecavüzden yola çıkarak çektiği film, tecavüz mağdurları, seks işçileri, hukukçular, sivil toplum gönüllüleriyle yapılmış söyleşilerin yanı sıra saldırganların görüşlerine de yer veriyor. Özellikle Schwartzman’ın kendi saldırganıyla yaptığı görüşmeyle doruğa çıkan film, yargılamadan erkek seyircinin davranışlarını sorgulamasını da sağlıyor. Tek Gecelik’in gösterimi sonrasında Nancy Schwartzman beden politikaları üzerine bir atölye çalışması yapacak.


http://www.ucansupurge.org

14 Nisan 2010 Çarşamba

Mary and Max

Ülkemizde gösterime girmediğini tahmin ettiğim, daha doğrusu araştırmalarım sonucunda girmediğini gördüğüm bir animasyonu heyecanla önermek istiyorum.

Mary and Max Avustralya yapımı bir stopmotion ve aynı zamanda da bir claymotion. Kilden, hamurdan iki kahraman Mary ve Max. Hikayenin detaylarına inip de seyir keyfinizi kaçırmak istemem. "Büyüklere animasyoooon" sevenleriniz için gerçek, acımasız, ayrımcı dünyaya dokundurmalarıyla ideal bir film. Her kelimesi dinlendiğinde sezilen ince alaylar, akıllı göndermeler, kısacası zeki esprileri ve şahane hatta alışılmadık görselleri ve gidişatı nedeniyle sevebileceğiniz bir film.

Çok kere Mary ya da Max'in yerinde olmak isterken buluyorsunuz kendinizi.

Kadın Patron Olduğunda

Efsanevi mucit, “ kadınlar tarafından yeni çalışma alanlarının edinilmesi ” ve “ kademeli olarak liderlik gaspı ” nı öngörüyor. Mühendis, fi...