20 Nisan 2010 Salı

Guinness Çılgınlığı


Biz küçükken Milliyet Kardeş'te ya da gazetelerin çocuk eklerinde çokça bahsi geçen bir şeydi Guinness Rekorları. O zamanlar belki dünyanın en büyük ya da en küçük hedeleri, en uzun süre dil çıkaran adamları, gözkapaklarıyla dünyalar kaldıran insanları ilgimizi çekiyordu ama şahsen şu an özellikle rekor kırmak için kırılan pek çok rekor ilgimi çekmiyor. Neden çeksin? Bu herhangi bir bilimsel gerçek ortaya koymak gibi bir şey değil. Bazı yetenek veya özellikler çok ilginç olabilir ama sırf rekor kırmak adına kasmak benim sevdiğim bir şey değil.

Hele hele de rekor kırmak milli gururumuz haline gelmişse. Nadiren izlediğim televizyonda karşıma sürekli ülkemizin en büyük lahmacun, en uzun bilmemne dallarında rekor kırmaya çalışması, üstelik bir raslantı sonucu fark ettiğim kadarıyla bu rekor kırma çabalarının Ortadoğu'da da yoğunlaşması beni endişelendirmeye başladı. Üstelik düşündüklerimde yalnız olmadığımı, daha doğrusu tamamen tesadüfi olarak bu rekor haberlerini görmediğimi de bir programda buna değinilmesi üzerine iyice anlamış oldum. 

Rekor kırmak adına kitap okuyormuş, şarkı söylüyormuş gibi yapmak bana tamamen ikiyüzlülük gibi geliyor. İnsanların bir araya gelip bir şeyler icra ediyor olmaları hoş bir şey olabilir. Mesela en uzun horon denemesi (belki başarılı olmuştur) bence eğlenceli ve insanları bir araya getiren bir şey. Zaten günlük hayatta da sokakta horon tepiliyor. Bu rekor denemesinde bir kendini beğenmişlik yok. Ancak çocukların da alet edildiği birbirinden saçma 'milli' denemeye o kadar kıl oluyorum ki anlatamam. İşimiz gücümüz, derdimiz tasamız kalmadı da oturup Guinness Rekorlar Kitabı'nda en çok rekor kırmış, adı en çok geçmiş millet olmaya çalışıyoruz. Zorumuz ne? Sevmediğim bir müdür aya gidemememizden yakınırdı. Adamı şimdi daha iyi anlıyorum. Tüm uzay keşfolunduktan yüz yıl sonra aya çıkıp en büyük gözleme rekoru kırarız müdürüm, söz!

17 Nisan 2010 Cumartesi

BİR SAVAŞ HİKAYESİ



Dün akşam şahane bir tiyatro oyununa gittim. Bir kaç ay olmuştu tiyatroya gitmeyeli. Dün Ferhat aradı ve fazla biletim var bu akşam için oyuna gelmek ister misin dedi. Uzun zamandır görüşememiştik iyi bir fırsat olur diyerek kabul ettim.Hangi oyuna gideceğimizi bile bilmiyordum. İyi ki beni davet etmiş, iyi ki bu oyunu izleme şansım olmuş dedim tiyatrodan çıkar iken.

Amerikalı Yazar Jeanne Beckwith’in yazdığı, Esra Ege’nin Türkçe’ye çevirdiği oyunu, Aclan Büyüktürkoğlu yönetiyor.

Oyunda, askeri bir üstte kendi ordu mensuplarının üzerine ateş açmaya başlayan askeri doktor ile sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor.

Oyun insanların, ’’Ne kadar çok kandırıldığı’’, ’’Güler yüzün her zaman doğru yüzü göstermediği’’, ’’Kavgaların çatışmaların arkasında kimlerin ne tür beklentileri bulunduğu’’ gibi konu başlıkları içeriyor.


Şinasi sahnesinde pek çok oyun izledim. Düne kadar bu kadar iyi kullanılmamış idi sahne.Oyunda sinema efektlerini tiyatronun olanakları dahilinde kullanılmış. Neredeyse bir savaş veya çatışma ortasında kaldığım hissine kapıldım.Sadece kısa bir sahnede bir sinema salonunun dışını görüyoruz, bunun dışında hep iç mekan. Dekor ve efektler şinasi sahnesinde gördüğüm en iyi çalışma idi.



Çok deneyimli, işlerini iyi yapan bir kadro var oyunda.Dekor tasarımı Murat Gülmez, kostüm tasarımı Gülümser Erigür, Işık tasarımı Mehmet Yaşayan imzasını taşıyan oyunda, Ahmet Türkoğlu, Aylin Gürsoy Ariöz, Bahadır Karasu, Cahit Öztüfekçi, Koray Karaca, Mithat Erdemli, Savaş Tamer, Seda Oksal, Eren Oray, Şahap Sayılgan, Berna Yılmaztürk, Bora Godri, Burcu Özcan, Burcu Petekkaya, Emrah Çakıl, Emrah Ersoy, Eray Çelik, Ezgi Can, Gökhan Korkusuz, Gökhan Yılmazer, Hüseyin Ataseven, Mithat Abacı, Murat Özdemir, Nihal Erdoğan, Özge Korgun, Özlen Tamer, Sine Zeynep Eteke, Tamer Yurtbaşı, Umut Kılınç, Yaseri Şahbudak rol alıyor.

15 Nisan 2010 Perşembe

‘Cinsel Politika’ derslerine buyurun!

Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali cinsel politikaya da giriyor.



T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ ve Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla düzenlenen 13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 6-13 Mayıs 2010 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleşecek.

13. yaşını “Kötülük” temasıyla kutlayan Festival’in programında bu sene de cinsel politikayı tartışan, tartıştıran filmler gösterilecek. Kadın yönetmenlerin gözünden kadın arzusu ve cinselliğinin nasıl politikleştiğini örnekleyen bu filmler, yaygın sinemada kadın bedenini kurbanlaştıran, nesneleştiren ve mağdura dönüştüren anlayışı sorgularken, bunu sansür nedeni sayan ahlakçılığı da deşifre ediyor.

11 sene sonra bile rahatsız edici
Sinema tarihinin en rahatsız edici kadın yönetmeni Catherine Breillat’nın 1996 tarihli klasiği Kusursuz Aşk (Perfect Love) yıllar sonra bir kez daha cinselliğin kışkırtıcı sınırlarına davet ediyor seyircisini. Kadın-erkek ilişkisindeki dengeleri sorgulayan film, erkeğin isteklerine itaat etmeyen Frédérique’i filmin merkezine alıyor ve “romantik aşk” klişesinin ardındakı acımasız ve yaralayıcı olayları masaya yatırıyor. Fransa’da verilen Acteurs à l'Écran Ödülleri’nde “en iyi kadın oyuncu” seçilen Isabelle Renauld’nun kışkırtıcı performansıyla 11 sene sonra bile izlemesi pek de kolay olmayan film, sabrı olan izleyiciye bugüne dek görmediği bir aşk hikayesi vaat ediyor.

‘Düz Beni’ sansürsüz kopyayla
Bu sene Festival’in en tartışma yaratacak filmlerinden biri olan Düz Beni (Fuck Me, 2000) toplumla son bağlantılarını tecavüze uğradıktan sonra koparan iki kadının birlikte çıktıkları, dönüşü olmayan bir yolculuğu anlatıyor. Virginie Despentes’in aynı adlı romanından uyarlanan ve yazarın Coralie Trin Thi’yle birlikte yönettiği bu tecavüz-intikam filmi, bilinçli olarak porno estetiğini kullanıyor ve iki kadının kendilerini dışlayan, aşağılayan erkekler karşısında yitirdikleri güçlerini yeniden kazanmalarını vurucu bir sinema diliyle seyirciye sunuyor. 'Sinemada seks ve şiddet' bağlamında çoktan antolojilere geçen film, gösterime girdiğinde Fransa’da olay yaratmış, önce '16 yaşından küçükler izleyemez' kaydıyla denetimden geçerek ticari gösterime girmiş ancak aşırı sağcı bir sivil toplum örgütü üyelerinin toplu dilekçesi üzerine mahkeme kararıyla porno filmlere verilen ‘X-reytingine’ maruz bırakılmıştı.

Kadın cinselliği canlanıyor
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin “Retrospektif” bölümünün konuğu Signe Baumane’nin filmleri de cinsel politikaya canlandırma sinemasıyla katkıda bulunuyor. Letonyalı yönetmen Baumane’nin kocasından göremediği ilgiyi elektrikli süpürgede bulan bir kadını anlattığı Natasha (Natasha, 2001), kadın-erkek cinselliğini alaya aldığı bol ödüllü kısa serisi Memenin Zaferi (Teat Beat of Sex, 2008) Festival’de gösterilecek filmlerden bazıları…

‘Tek gecelik’ ilişkide sınır nedir?
Festivalin “Belgeseller” bölümünde yer alan Nancy Schwartzman imzalı Tek Gecelik (The Line, 2009) ise tek gecelik ilişkilerde sınırın ne olduğunu sorgulayan çarpıcı bir film. Yönetmenin yaşadığı tecavüzden yola çıkarak çektiği film, tecavüz mağdurları, seks işçileri, hukukçular, sivil toplum gönüllüleriyle yapılmış söyleşilerin yanı sıra saldırganların görüşlerine de yer veriyor. Özellikle Schwartzman’ın kendi saldırganıyla yaptığı görüşmeyle doruğa çıkan film, yargılamadan erkek seyircinin davranışlarını sorgulamasını da sağlıyor. Tek Gecelik’in gösterimi sonrasında Nancy Schwartzman beden politikaları üzerine bir atölye çalışması yapacak.


http://www.ucansupurge.org

14 Nisan 2010 Çarşamba

Mary and Max

Ülkemizde gösterime girmediğini tahmin ettiğim, daha doğrusu araştırmalarım sonucunda girmediğini gördüğüm bir animasyonu heyecanla önermek istiyorum.

Mary and Max Avustralya yapımı bir stopmotion ve aynı zamanda da bir claymotion. Kilden, hamurdan iki kahraman Mary ve Max. Hikayenin detaylarına inip de seyir keyfinizi kaçırmak istemem. "Büyüklere animasyoooon" sevenleriniz için gerçek, acımasız, ayrımcı dünyaya dokundurmalarıyla ideal bir film. Her kelimesi dinlendiğinde sezilen ince alaylar, akıllı göndermeler, kısacası zeki esprileri ve şahane hatta alışılmadık görselleri ve gidişatı nedeniyle sevebileceğiniz bir film.

Çok kere Mary ya da Max'in yerinde olmak isterken buluyorsunuz kendinizi.

Tatil Sonrası Okula Başlar Gibi

Cuma günü sanki güzel bir tatilden sonra okula dönecekmişim gibi bir hisle bir şirkete denemeye gideceğim. Hatta bildiğim bir okula değil de ilk kez gideceğim, ayaklarımın geri geri gitmesine sebep olacak bir deneme.

İsmini buradan vermeyeyim, çünkü çok da olumlu sonuçlar doğmayacağını düşünerek gidiyorum.

Son bir aylık zamana ne ara dört farklı şirketin on görüşmesini, annemin ameliyatını sığdırdım bilmiyorum.  Reddettiğim (ben başvurmamıştım) ya da henüz cevap alamasam da reddedildiğim işler oldu.  Zaman çok çabuk geçmiş.

İnsan kaynakları zebanilerinin bu satırları okumaları pahasına yazacağım. Bazı görüşmelere sadece şirketleri, sektörleri tanımak için gidiyorum. Yani aslında tamamen kendi hayat tecrübem ve bilgi isteğim için. İnsanların belli yerlerde nasıl düşünüp davrandıklarını ve çalışma koşullarını görmek için. İsteyerek gittiğim görüşmelerin genelde sonuncusunda karşıma üssüm olacak bir kadın dikiyorlar. Daha ilk anda bana pek de sempatik olmayan gözlerle bakarak, aslında hepsinin cevabını verdiğim sorular soruyor, en sonunda da aslında sebebini artık çok iyi kavradığım pek çok anlamsız yorumdan sonra "Sen burada sıkılırsın." yaftasını yapıştırıyorlar. Artık koymuyor. Gülüyorum. İnsanların tutarsızlıklarına (o zaman son görüşmeye kadar neden çağırdın?), bazen bazı şeyleri onlardan iyi bilen veya bilebilme ihtimali olan insanlara nasıl da ayağı kaydırılması gereken rakipler gözüyle bakmalarına, iş dünyasının pislik ve rutinlerine kendileri gibi uymayacak ruhlara içten içe imrenmelerine rağmen birer cüzzamlı gibi bakmalarına ve kadınların irrasyonel kıskançlıklarına. (Kıskançlığın rasyoneli olabiliyor belli ki. Peh!)




Cuma günü işsiz geçirmeyi göze aldığım sürenin biteceği anlamına gelmiyor. Sadece bana değer verip ben bakmadan beni bir işe layık gören bir şirkete biraz da ısrarlarından dolayı bir günlük bir zaman ayırıyorum. Onları anlayabilmek için. Onlarca şeye ayırdığımız saçma zamanlardan belki de daha farklı değil. Adını vermediğim bu şirket bazen insanlara iş buluyormuş gibi gözüküyor. Belki de sizi de aradılar ve sevindiniz. Size uygun bir ilana sahipti bir müşteri şirket. Oysa durum öyle değil. Şirketler bu tip kariyer danışmanlık şirketlerinin bazılarıyla yaptıkları anlaşmalarla ilan parası değil de bulunan adayın şirket tarafından kabul görmesi halinde adayın yıllık maaşından yıllık % 20'leri dahi bulabilen komisyonlar alıyorlar. Bu demek oluyor ki aslında şirketin kendi insan kaynakları vasıtasıyla işe girseydiniz o zaman belki de daha yüksek bir maaş talep etme hakkınız olacaktı ve danışmanlık şirketine verilecek yüzde nedeniyle bu mümkün olmadı. Tabii bazı şirketler danışmanlık şirketlerine vereceklerini göze alıp size hakkaniyetli bir maaş da verebilirler, ancak yine de çoğunlukla durumun böyle olmadığı açık. Herhangi bir kariyer sitesine ilan ücreti verip işi kendi insan kaynaklarıyla çözmeleri maaş talebinizin gerçekleştirilmesini daha olası kılıyor.

Ne yapalım, "acımasız iş dünyası" diyor, işlerini severek yapmayan herkesin en kısa zamanda hayal ettikleri işleri yapmalarını diliyorum.

Yazı yazmak, sonuçlarını beklediğim bazı çeviri işleri bana inanılmaz keyif veriyor. Hayatımı sağlayabileğim şeylerin sevmediğim işlerden değil de sevdiklerimden olmasını istediğim için eğitimim ve göreceli çok (yaşıma göre) deneyimimi hiçe sayarak bir yola baş koydum. Eğer iki ay süre daha hayal ettiğim gibi bir iş veya şirket çıkmazsa o zaman bir de sinema ya da bilişsel bilim okuyup yazar ya da akademisyen olmayı planlıyorum. Bir yedek plan gibi düşünmeyin. Maalesef birkaç alana ve işe eşite yakın derecede tutkum var. O sebeple.

13 Nisan 2010 Salı

YENİ KİTAPLARIM GELDİ


İnternetten alışveriş yapan ve yapmayı seven biriyim. Kitaplarımıda genelde internetten sipariş veriyorum bu iş için kullandığım iki site var. www.idefix.com ve www.kitapyurdu.com .

Gün içinde bir çağrışımdan diğer çağrışıma sıçrarken bazen bir kelime sizi bir kitaba götürüyor. Bende almak istediğim kitapları ekliyorum satın almak istediklerim listeme.Bir nedenden merak ediyorum bir kitabı eğer o an o listeye atmazsam almak istediğimi unutabiliyorum. Almak istediğim 84 tane kitap listede bekliyor.

En son bu gördüğünüz üç kitabı sipariş ettim. Ve nihayet kendilerine kavuştum. Sizleri bilmiyorum ama ne kadar büyürsem büyüyeyim çocuk kitaplarını hala çok seviyorum.

Sefarat yahudilerinden masallar da merak ettiğim bir çocuk kitabı idi önce kendim okuyup sonra 4,5 yaşındaki yeğenim damlaya vereceğim. Can çocuk yayınlarından çıkmış.

Sefaradlar; Katolik Krallar, Kastilyalı İsabella ve Aragonlu Ferdinand tarafından 1492’de İspanya’dan sürülen Yahudilerin soyundan gelirler. Bu sürgün sonrası Portekiz’e, Kuzey Afrika’ya, Kuzey Avrupa’ya, İtalya’ya , Avusturya’ya, Mısır’a ve Filistin’e dağılırlar. Elbette kendi kültürleri ile yerleştikleri bölgelerin kültürlerini birbirleriyle harmanlarlar. Dünyanın birbirinden ayrı bölgelerine yerleştikleri için bugünün Sefaradları belki de en zengin kültürel çeşitliliğe sahip toplulukları arasındadır. Kendisi de Sefarad bir geçmişe sahip olan Pfister - Mesavage, İsviçreli baba ve New Yorklu annenin etkisiyle üç ayrı kültürden beslenmiştir. Avrupa seyahatleri sırasında Sefarad kültürüyle tanışır ve bu yönde çalışmaya başlar. İşte bu kültürel çalışmaların ürünü Sefarad Yahudilerinden Masallar. Masalların geneline baktığımız zaman hepsi bambaşka bir olayı anlatsa da, hepsinin ortak noktası kahramanların keskin zekası! Her ne kadar başka insanlar, topluluklar tarafından yazılmış olsalar da masallar; tüm insanlığın ortak mirasıdır. Bunun güzel örneklerinden birisi Sefarad Yahudilerinden Masallar.

[Sefarad Yahudilerinden Masallar / Vanessa Pfister - Mesavage / Çev.: Feyza Zaim / Can Yayınları / Çocuk]



Kadın beyni kitabını Evrim'in Eyüp Can ın yazdığı bir makaleye link vermesi sonucunda merak ettim. Ve hemen okumaya başladım. Okudukça ilgimi çeken yerleri sizler ile paylaşırım şimdilik kısaca örnek verirsek kitapta diyorki ;

Kadın beyninde erkeklere oranla daha fazla ayna nöron'u bulunur. Bu sayede yüz ifadelerini okuma, ses tonlarını yorumlama ve duygusal degisimleri farketme konusunda uzmanlasmislardır.

-Ayrıca kadınlardaki yüksek östrogen salgısı, beyindeki içgüdü gelişimini arttıran bir faktördür.

-Erkekler duygusal deneyimler esnasında beyinlerinin tek tarafını kullanirken, kadınlar iki tarafını da kullanırlar.

-Kadınlar duygusal olaylar konusunda çok hassas ve detayları hatırlamada çok güçlüdürler. Erkekler ise; seks, öfke ve tehdit durumları dışında, duygusal olayları hatırlamada zayıftırlar.

-Kadınların endişe durumu erkeklere oranla 4 kat daha fazladır.


[KADIN BEYNİ /Dr. Louann Brizendine/ Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş/ Kelebek Yayınevi]




Sebahat bundan bir iki ay evvel bana Nermin Bezmen'in Kurt Seyt ve Shura isimli kitabını önermişti. Tesadüfen denk geldim ve aldım kitabı (bu defa ki internet siparişi değildi) Öyle akıcıydı ki sanırım 3 günde bitirdim. Çarlık rejiminin yıkılması ve sonrasında İstanbul'a sığınan Ruslar ve Kırım Türklerini anlatıyordu roman geri planında. O ara kitapta olan bahsi geçen yemekleri yapıp ,müzikleri bulup arkadaşlarım ile bir rus gecesi yaşamak istemiştim.Detayları www.caylakasci.com da bulabilirsiniz .


O dönem helen insanları ve yaşadıklarını merak etmiştim o yüzden satın almak istediğim kitaplar listeme eklemiştim Beyoğlunda beyaz ruslar kitabını. Henüz okumaya başlamadım şöyle bir gözgezdirdim. Arka sayfada bulunan fotoğraflara baktım dönemi hayal ettim.

1917 Rus Devrimi'nden Türkiye'ye kaçan, Çarın ordusuna mensup generallerin, askerlerin ve onların ailelerinin yani Beyaz Rusların, Beyoğlu'nda verdikleri yaşam savaşının anlatıldığı bu eser, Jak Deleon'un araştırmaları sonucu yazdığı önemli ve zevkli bir anı araştırma.

Jak Deleon'un yengesi Nataşa'nın anıları döneme ışık tutuyor. Yakın tarihimizden tanıdığımız ve hatırladığımız (Yalı Restaurant - Todori ve Madam Taskin) Madam Taskin gerçekte bir baronesmiş. Barones Valentin Taskin.

Daha nice soylunun gazinolarda kibrit satarak, piyano çalarak, bale yaparak, hastabakıcılık yaparak yaşam savaşı verirken, votkadan ve eğlenceden vazgeçmeyerek Beyoğlu'na eğlenceyi getirmelerinin öykülerini dinlerken çok eski Rus müziklerinin coşkusunu yaşayacaksınız.

Yazar Jak Delon, kaleme aldığı “Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar” adlı eserinde Türkiye’ye kaçan Beyaz Rusların hayatını anlatırken, o dönemleri yaşayanların anılarına da yer veriyor. Eserde bir Beyaz Rus,Türkiye’yi seçme nedenlerini, “Rusya’dan kaçarken hep şunları düşündük: İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudilere kapılarına açan tek ülke olan Türkiye, 1920’lerde bizi de geri çevirmeyecektir” sözleriyle özetliyor.

1905 yılında Çarlık Rusyası’ndaki meşrutiyet devrimi sırasında, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan 30 bine yakın Rus’un da Türkiye’ye sığınarak hayatlarını kurtarabildikleri tarihi kaynaklarda yer alıyor.

[Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar /Jak Delon/Remzi Kitabevi]

12 Nisan 2010 Pazartesi

MEDIUM (Bu Kocadan İstiyorum ! )


Bir süredir MEDİUM dizisine bağımlı oldum. Her sabah işe gitmeden evvel kahvaltımı yaparken izliyorum.Ve evrene mesajım secret falan işe yarıyor ise; bana bu kocadan gönder!

Patricia Arquette'i True Romance filminden beri severim. Allison Dubois (Patricia Arquette) üç çocuklu bir anne, sadık bir eş ve bir hukuk öğrencisidir. Ölülerle konuşabildiğini, rüyalarında geleceği görebildiğini ve insanların düşüncelerini okuyabildiğini fark eder, akabinde yeni yeteneklerini cinayet soruşturmalarında kullanmak üzere insanları ikna etme çalışmalarına başlar.Dizinin temeli bu.


Beni cezbeden yanı paranormal olaylardan çok aile yaşamları. Kadının her gece abuk rüyalar görüp gecenin bir yarısı kocasını sarsarak uyandırması. Adamın da büyük bir sabır ve ilgi ile dinleyip sakinleştirmesi, öneriler sunması. Böyle bir adam istiyorum hayatıma diyorum. Ne çok yakışıklı, ne çok karizmatik. İyi biri sabırlı sevgi dolu, iyi baba ve iyi koca ve en önemlisi kadının en iyi arkadaşı. Kızlarıda birbirinden şeker. Aile olarak paketi alıyorsak üç kızı da alırım. İnsan onlar sayesinde anneliğe özeniyor.

Diziyi merak edenler için son not ; Medium dizisinin basrolundeki Allison Dubois, gercekten de Dubois soyadlı ve hem polis teskilatina hem de juri kuruluna danismanlik yapan psişik guclere sahip olduğu iddia edilen bir kadindan esinlenerek yaratılmış bir karakterdir, dizi için de danışmanlık yapmaktadır.

Bazı Zat-ı Şahanelerindeki Akıl Kırıntıları




Efendim Aysun Kayacı bacımız geçenlerde bir açıklama yapmışlar.

Harvard'da konuk öğrenci olmak onlara çok şey katmış.

Öyle ki açıklamalarından (Ve parasıyla da olsa Aysun Kayacı'yı kabul ettiklerinden dolayı) sonra Harvard'dan soğudum.


Aysun Kayacı saçlarını doğal rengine çevirmiş. Kadınlar böyle yaparlarsa iyi ederlermiş çünkü kocalarını üç ayda bir üç yüz liradan yılda toplam bin iki yüz TL'lik masraftan kurtarırlarmış.

Röfle neden üç ayda bir oluyor? Ve niye 300 TL? Daha ucuzu yok mu? 

Aysun'un matematiğinin çok kuvvetli olduğunu, kadınların kendi masraflarını ödemekten aciz olduklarını ve Harvard'daki derslerden sonra saçlarımızı artık boyamayıp ömür boyu tasarruf edebileceğimizi öğrenmiş bulunduk.

Sen çok yaşa Harvard!

ALMA





Rodrigo Blaas 'ın anime kısa filmi.
Coraline'ı anımsatsa da izlemesi keyifli yapanların ellerine sağlık.

Detaylı bilgi için ;

http://almashortfilm.com/

11 Nisan 2010 Pazar

L'Oreal Loreal Renoviste Anti Aging Glycolic Peel Kit Maceram

Arkadaslar herseylerini paylasmalidirlar ozellikle de guzellik sirlarini oyle degil mi?
Neyse ki benim arkadasim da sirlarini saklayanlardan degil paylasanlardan:)
Ve sirrimiz: 
L'Oreal Loreal Renoviste Anti Aging Glycolic Peel Kit










Bir kosu eczaneye gidip aldigim Glikolik Asitli Peeling Kurumu uygulamaya baslamak icin haftasonunu sectim. Aceleye gelmesin sakin sakin bir baslangic olsun istedim. Simdi boyle glikolik falan diyince bu da nesi dediginizi duyar gibiyim dolayisiyla hemen aciklamaya basliyorum. Dostumuz AHA'yi duymayanimiz hemen hemen yok gibidir. AHAlar kollagen ve elastin dokusunu harekete geçirerek, yeni baştan üretim yapılmasını ve bu vesileyle cildin çok belirgin derecede gergin daha iyi durumda ve yumuşak olmasını sağlar. Aynı zamanda sert olan deri hücrelerini çözerek derinin daha sağlıklı olmasını sağlar. Tıkanık gözenekler açılır ve zararlı maddeler dışarı atılır. Dokulardaki yara izleri kapanır ve deriye renk veren pigment maddesinin düzeni sağlanır. Stabil, renksiz, kokusuz, suda çözünebilir ve toksik olmamaları nedeniyle kullanım avantajı sağlarlar.
AHAarın en önemli üyeleri:
Şeker Kamışı -  Glikolik Asit
Süt Asiti -  Laktik Asit
Elma Asiti -  Malik Asit
Üzüm Asiti - Tartarik Asit
Limon Asiti -  Sitrik Asit

AHAların Kozmetik Özellikleri
Cilt lekelerinin giderilmesi: Yaşlılık lekelerini uzaklaştırmak için günlük uygulanılabilen krem, losyon veya jeller, % 10-12 konsantrasyonlarında nötralleştirilmiş AHA içermektedir. Bu lekelerin yok olması cildin özelliğine göre birkaç haftadan 9-12 aya kadar sürebilir. Bu tip preparatların yüze uygulanması, cilt duyarlılığının yüksek olması nedeniyle önerilmemektedir. % 8 glikolik asit, % 2 hidrokinon ile birlikte jel şekline sokularak, pigmentasyonu azaltarak tüm cildin rengini açmak amacı ile etnik kozmetik ürünlerde kullanılmıştır.
Cildin nemlendirilmesi
Akneyi engelleme
Cildin soyulması ve kırışıklıklar
Tırnaklara düzgün görünüm vermek
Jiletle traşa bağlı kıl dönmesi enflamasyonları 

Glikolik Asitle ve AHAlarla ilgili bu bilgilerden sonra Peeling Kit'imize gelirsek eger. Icinde uc tane tup var. Biri 5 dakika cildinizde bekleyen glikolik asit. Digeri bu asidin ciltten silinmesini saglayan preparat. En sonuncusu ise nemlendirici anti aging krem.
Hergun yapacagimizi saniyordum ama hayir haftada uc kere peeling geri kalan gunlerde de nemlendiricisi suruluyor.

Benim Bugun ilk gunum. Kür bir ay surecek. Ara ara size gelismeleri bildirecegim. Bugun cildimde hafif bir isinma hissediyorum sadece. Cevremdekilere bir degisiklik olup olmadigi sordum biraz parliyorsun dediler. Haydi bakalim yoksa piril piril mi olacagiz hanimlar? :) 
Gorusmek uzere:)

ONEMLI UYARI: LUTFEN CILDINIZLE ILGILI UYGULAMALARA DERMATOLOGUNUZLA KONUSMADAN BASLAMAYINIZ!






10 Nisan 2010 Cumartesi

DR. PERRICONE DEN GÜZELLİK VE SAĞLIK SIRLARI

Kitapçı gezmeyi çok seviyorum. Dr.Perricone ile de Remzi Kitabevinde dolaşırken tanıştım. Tabi ki kendisi ile değil kitabı ve söyledikleriyle tanıştım :)


Temel olarak hücre iltihaplanmasının yaşlanmaya neden olduğuna inanıyor Dr.Perricone. Bu iltihaplanmayı azaltmak ve engellemek genç kalmayı ve sağlıklı olmayı sağlayacak. Yani tüm hücreleriniz sağlıklı ise sizde genç ve güzelsiniz. Güzellik içten gelen bir ışıltı.(Hala kremlerede inanıyorum ama sağlıksız bir bedene hiç bir kremin iyi geleceğini düşünmüyorum.)

Hollywood’da oldukça popüler bir doktor Dr.Perricone hayranları arasında Cate Blanchett, Kim Cattrall, Uma Thurman ve Julia Roberts' ı sayabiliriz.

Sizlerle de bilgilerimi paylaşayım istedim. Beni tanıyanlar bilir 140 yaşına kadar sağlıklı ve güzel yaşamayı ve yaşlanmayı planlıyorum. Bu yazıda Perricorne’dan öğrendiklerimi çok özet bir halde sizler ile paylaşacağım.





DR. PERRICONE’UN YAŞLANMANIN EFLAMATUAR TEORİSİ


1-SERBEST RADİKAL HASARI + ENFLAMASYON = HÜCRE BOZULMASI = YAŞLANMA

Yukarıdaki basit eşleşme güzellik ve sağlık için Dr. Perricone’un reçetesinin temel taşıdır. Buna göre hücresel bozulmayı önleyerek, yaşlanma sürecini kökten frenlemek esastır.
Bunu nasıl yaparız?

Öncelikle, serbest radikal veya oksidatif zararları önleyerek veya sınırlandırılarak. Eksik elektronlu oksijenler serbest radikallerdir. Stabil değildir ve reaktiftirler; eksik elektronlarının yerini doldurmak için spiral bir düşüş yaratarak sağlıklı hücreden elektron çalarlar.

Serbest radikaller, nefes alma, yiyeceklerin sindirilmesi gibi normal fizyolojik fonksiyonlarla doğal yollardan üretilse de bunlar, UV hasarı, şeker açısından yüksek bir diyette, sigara içmekle gelen, stresle ve vücuda saldıran kirlilikle oluşan serbest radikallerin verdiği yoğun zarardan uzaktır.
Serbest radikal, savunma mekanizmasının ilk aşamasına saldırdığında, hücre plazma membranı, arachidonic asit salarak kendini korur. Bu tam olarak bozulana dek, hücre içinde enflamasyona neden olur.

Serbest radikalin bu kombine gücü, “çifte yıkım” olarak bilinen enflamasyon yapıcı ve harap edici etki oradaki ve ondan ötedeki hücrelere saldırarak büyük hasar verir. Hormon reseptörleri ve sinir taşıyıcılar tehlikeye atılır. Hücrenin çöp sindirme kabiliyeti bozulur, bu da nem kaybına neden olan tuz birikimine sebep olur. Vücutta DNA ve RNA bozulur. Kolajen ve elastin kırışıklık formuna girerek hasar görür. Bu hücre bozulması, vücudun kontrol dışına çıkmasına, hastalıklara ve yaşlanmaya neden olur.



ANTİOKSİDANLAR + ENFLAMASYON ÖNLEYİCİLER = HÜCRE YENİLENMESİ

Antioksidanlar tıpkı bir paspas gibi, serbest radikalleri yakalayıp kaldırarak, onların hücre elektronlarını çalmasını engelleyerek oksidatif zararı önler ve oluşmuş zararın da geri döndürülmesine yardımcı olur. Antioksidan özelliklerine sahip olan birçok besin de doğal enflamasyon önleyici olarak rol oynar. Hepsi birlikte, hücresel seviyede “çifte yıkım” etkisine karşı mücadele eder, vücudu kuvvetlendirir ve yaşlanma sürecini yavaşlatır.


2- SESSİZ ENFLAMASYON

Vücudumuzun strese verdiği tepki



3- GLİKASYON

Şeker ve vücudumuzda şekere dönüşen karbonhidratlı gıdaların hücrelerimize ve vücudumuza verdiği hasardır.








DMAE

DMAE ( Dimetil amino etanol) doğal olarak oluşan, önemli ölçüde anti-aging, ve enflamasyon önleyici özellikte olan bir maddedir. DMAE insanların sinir dokusunda, belirli deniz ürünlerinde özellikle somon balığında bulunur. Sinir hücrelerinin birbiri ile etkileşimini sağlar ve daha da önemlisi kasların uyanması ve anlaşması için gerekli olan sinir- kas arası haberleşmeyi sağlar. Yaşlandığımızda, kaslar diriliğini ve gerginliğini kaybeder, vücut ve yüz, genç ve diri bir görünüm için DMAE’ye ihtiyaç duyar.



Alfa Lipoik Asit –/ İnce çizgiler, kırışıklıklar, cilt kusurları ve genişlemiş gözenekler için önerilir

Serbest radikallerin hasarlarına karşı ilk savunma hattı, vücutta bulunan ve alfa lipoik asit (ALA) olarak bilinen bir bileşiğe aittir.ALA en güçlü anti-aging antioksidan ve kullanılır enflamasyon önleyicilerden biridir. Dr. Perricone onu geniş kullanım alanına sahip olduğundan evrensel bir antioksidan olarak değerlendirir. Bölgesel uygulamalar için uygun konsantrasyondaki, ALA cilt kusurları için tam olarak bir silgi gibi rol oynar.



Vitamin C Ester – / Derin kırışıklıklar, sıkılık kaybı, doku değişimi ve solgunluk için önerilir


C vitamini güçlü bir antioksidan ve enflamasyon önleyicidir ama stabil değildir ve kolayca cilt içine absorbe olmaz. C vitaminini bağlamak için Ester bağı kullanır ve formülündeki patentli C vitamini esterini oluşturmak için palmiye ağacı yağı kullanır. Stabil ve tahriş etmeyen özellikte olması ve kolaylıkla cilde nüfuz edilebilmesi için, yağ ve suda çözülebilir. Kolajen ve elastin üretimini uyarır, cildi sıkılaştırır, toparlar, renklendirir ve parlatır.



NÖROPEPTİTLER - / Sonuçları yoğunlaştırmak ve hızlandırmak, cilt bakımını geliştirmek için önerilir.


Yaşlandığımızda, tahrip olmuş cilt hücreleri hissiz olmaya başlar. Bu aşamada, cilt aktif içeriklerin yararlarından faydalanmaya elverişli değildir. Nöropeptitler tıpkı bağlantı kablosu gibi içeriğin emilimini sağlar. Hücrelerin arasındaki iletişimi arttırarak tedaviyi kabul eder ve iyileştirir.


OLIVE OIL POLYPHENOLS – ZEYTİNYAĞI POLİFENOLLERİ / Koruyucu cilt bakım tedavisinde ilk adım olarak önerilir. Hassas ve tahriş olmuş ciltler için idealdir.


Halis zeytinyağında bulunan, zeytinyağı polifenolleri, önemli antioksidanlar içerirler ve enflamasyon önleyicidirler. Zeytinyağı polifenol gruplarının en güçlü üyesi hidroksitirosoldür. Tahriş etkisi yaratmadan, anti-aging yararları cilde taşıyabilir, hassas cilt için ideal bir terapidir. Zeytinyağı, aynı zamanda nazik ve yumuşatıcı özellikleriyle besleyen ve cildi nemlendiren, süper bir yumuşatıcı olan oleik asitçe de zengindir.



Dr.Perricorne un kitaplarını okumaya başladıktan sonra balığa delice bir önem verdiğini fark ettim.

Balığın bu kadar önemli olmasının nedeni içerdiği omega 3 yağ asitleri idi. Dr.Perricone haftada 5-6 öğün balık yemeyi öneriyor. Hatta kendi kahvaltı tabağında somon olduğunu kitaplarında anlatıyor.

Bu kadar fazla somon tüketmeyi istesem bile beceremeyeceğimi anladım. Eczacı arkadaşım Gürkan daha önce cildin güzel olsun istiyorsan balık yağı tabletleri kullan demişti. Bende balık yağı tabletlerine başladım. Her öğün 1000 mg balık yağı tabletlerinden içiyorum. Yani günde 3000 mg balık yağı tüketiyorum.

Omega-3 nedir?

"Omega-3 vücut tarafından yapılamayan ve dışarıdan yiyeceklerle alınması gereken doymamış yağ asitlerinden biridir ve kendi içinde de EPA ve DHA olarak ikiye ayrılmaktadır."

Omega-3 yağ asitleri sayesinde:


* trigliseridler ve kolesterol düşer, böylece damar tıkanıkları ve buna bağlı kalp hastalıkları, kalp krizi ve felç riski azalır.

* bağışıklık sistemi güçlenir

* kansere karşı koruma sağlanır

* beyin, retina, sperm, cilt hücreleri güçlenir

* insülin kullanımını artar (şeker hastalığı için faydalı)

* kanı inceltir ve akışını kolaylaştırır, kanın pıhtılaşmasını önler

* iltihap önleyici etkisiyle romatizmal hastalıklara karşı koruma sağlar

9 Nisan 2010 Cuma

ÇEKİK GÖZLÜ YAKIŞIKLILAR

Aşk benden uzak olsun dedim. Büyük konuşmamak lazımmış! Tadanobu Asano'ya çok fena aşık oldum.

Çekik gözlü adamları dönem dönem çekici bulurum. Sanırım çekik gözlü olmasada onlara en çok benzeyen adam olarak Johnny Depp 'i söyleyebilirim.Onu ilk 21 Jump Street de fark etmiştim. çocuktum ama uyumaz 21. sokağın başlamasını beklerdim.

Sanırım ondan bir sonraki çekik gözlüm Mark Dacascos idi. one Only the Strong filminde tutulmuştum. Capoiera ile tanıştırmış idi bizi.Diğer filmlerini beğenmesemde tek filmi ile adama aşık olmuştum.

Kadın Patron Olduğunda

Efsanevi mucit, “ kadınlar tarafından yeni çalışma alanlarının edinilmesi ” ve “ kademeli olarak liderlik gaspı ” nı öngörüyor. Mühendis, fi...